BİR ZAMANLAR OSMANLI, BİR ZAMANLAR ERZİNCAN

15 Mayıs 2020


                                   BİR ZAMANLAR OSMANLI, BİR ZAMANLAR ERZİNCAN

                                   Kenan Mutlu Gürses

 

      Bir zamanlar Erzincan derken, Kemah evlerinin çırpık ve aşı ile her yıl dış cephelerinin boyandığını, möhrelerin elden geçirildiğini anlatacaktım. Nasıl olsa bunu herkes bilir (!) diye vazgeçtim. Osmanlı’da Lale Devrine, Mary Montague’nin  (1717-1718) Reşad Ekrem Koçu’nun çevirisiyle yayınladığı Türkiye Seyahatnamelerine göz gezdirirken o günleri, bu günleri yaşarken ise bambaşka dünyalar âleminde yol alanların, ister istemez varlığını kabullenerek paylaşmaya karar verdim.

 

      Mary Montague; “ Hamam; Türk kadınlarının kahvehanesidir.

 

      Şehrin bütün havadisi burada naklediliyor, açık saçık fıkralar anlatılıyor, her kadın haftada bir kere hamama gidiyor, dört beş saat kalıyorlar, sıcak halvetten soğukluğa girip çıktıkları halde, hiç nezle olmuyorlar. İçlerinde en ileri gelenlerinden olduğunu sandığım hanım, beni yanına oturttu, hamama girmek için hemen soyunmak lığımı istiyordu. Hattâ bana yardım bile etmek istedi. Güçlükle özür diledim. Nihayet diğer kadınlar da o kadar ısrar ettiler ki elbiselerimi çıkardım. Kendilerine korsamı gösterdim. Onlar, kocamın beni bir korsa içine kilitlediğini, onu açmak elimde olmadığını zannettiler. Türk kadınlarının nezaketlerine ve güzelliklerine bayıldım.” (Sofya Ilıcasında)

 

      Mary Montague; “İstanbul’dan ayrılmağa hazırlanıyorum. Müteessirim. Her gün Türk kadını kıyafetinde sokakları dolaşıyorum, meraklı olan her şeyi görmek istiyorum.

 

      Türk kadınları dünyanın en hür kadınlarıdır. Ömürlerini daima bir zevk ve eğlence ile geçirirler. Bütün meşgaleleri misafirliğe gitmek, misafir kabul etmek, yıkanmak, para harcamak için hoş vesileler aramak, yeni modalar icat etmektir.

 

      Para harcamak hususunda keyfinden başka bir şeye tâbi olmayan kadından azıcık bir tutumluluk isteyen kocaya deli derler. Bu imtiyaz en aşağı tabakaya mensup kadınlara kadar yayılmıştır. Bana işlemeli çevreler satan bir seyyar satıcı var, karısının sırma işlemesiz, esvâp giymediğini söylüyor. Kakım kürkler, başında elmaslarla bir kibar hanımefendi gibi süsleniyor imiş.

 

      Bununla beraber Türk kadını umumî yerlerde görünmez, hemen yegâne toplandıkları yerler hamamlardır. Bir yeni gelini görmek için üç gün evvel İstanbul’un güzel hamamlarından birine gittim. Bana Theoerite’den Hêlêne’nin İzdivacı’nı hatırlattı. Bana öyle göründü ki eski düğün âdetleri aynen muhafaza edilmiş.

 

      Yeni birleşen iki ailenin bütün dostları, akraba yahut tanıdıkları hamamda toplanıyorlar, yabancılar da tecessüs saika sile gidiyorlar: O gün zannederim hamamda iki yüz kadın vardı. Evliler ve dullar, hamamın ilk kısmının etrafını çeviren mermer seddin (göbek taşı) üstüne oturdular. Kızlar çarçabuk soyundular. Tek ziynetleri inciler yahut kurdelelerle örülmüş uzun saçları olduğu halde çırılçıplak ortaya çıktılar. İçlerinden ikisi, yeni gelini karşılamak üzere kapıya doğru gitti. Gelinin yanında anası ve akrabasından bir kadın vardı. Gelin on yedi yaşlarında güzel bir kızcağız idi. Pek muhteşem giyinmişti ve şakır şakır elmas içindeydi. Derhal anadan doğma soydular. Öbür kızların ikisi gümüş yaldızlı iki küçük vazoya güzel kokular koydular, diğer otuz kadar kız da ikişer ikişer onları takip ederek; alay yaptılar. Başları olan iki kız bir düğün ilâhisi söylüyorlar, öbürleri de bir ağızdan tekrarlıyorlardı. En gerideki iki kız da aralarına gelini almışlardı; gelin kız lâtif bir tevazu ile gözlerini yere indirmişti. Alay hamamının üç salonunu da dolaştı. Bu manzaranın bütün letafeti ve cazibesiyle tasviri, çok güçtür. Bu kızların çoğu pek mütenasip vücutlu ve tenleri göz kamaştıracak kadar beyazdı. Sık sık yıkandıkları için ciltleri çok aüzel, perdahlı idi.

 

      Gelini bütün hamamda bu suretle gezdirdikten sonra, çepçevre dizilmiş olan kadınlara, birer birer takdim ettiler. Her hanım geline iltifat ediyor, mücevher, kumaş, çevre yahut bunlara benzer daha binlerce şey hediye veriyorlardı. Gelin teşekkür ederek ellerini öpüyordu.”  (Gelin Hamamı) 

 

      Mary Montague; “ Türk elbisesiyle kıyafetimi tarif edeyim;

 

      Evvelâ gayet geniş bir şalvarım var; bacaklarımı örterek topuklarıma kadar iniyor; gayet ince, pembe damaskodan kenarı gümüş çiçek işlemeli. Terliklerim beyaz keçi derisinden ve altın işlemeli. Şalvarın üzerine beyaz ipekten, etrafı işlemeli bir tül gömlek sarkıyor, kolları geniş ve kısa, dirseğimde; yakası bir elmas düğme ile kapanıyor. Gömlekten sinemin renk ve şekli olduğu gibi görünüyor. Entarim de altın sırma, çiçek işlemeli, elmas inci düğmelerle süslü; kaftanım da şalvarımın kumaşından; bu esvabın uzunluğu da bütün boyumca ayaklarıma düşüyor… Kolları uzun ve dar, üzerinde dört parmak kadar eninde bir kemerim var, sıvama elmas ve sair kıymetli taşlarla süslü. Fazla masraftan kaçanlar kemerlerini işlemeli satenden yapıyorlar, fakat bütün kemerler, önden elmaslı bir toka ile bağlanıyor.

 

      Yeşil ve sırma işlemeli bir kürküm var. Başımda kalpak var; kışın inci yahut elmas ile işlenmiş güzel bir kadifeden, yazın gayet ince ve gayet parlak gümüş sırmalı kumaştan yapılıyor. Kalpak başın bir tarafına konulur, yana doğru da hafif yıkılır. Altın sırmadan küçücük bir püskül dilber bir eda ile sarkar. Yahut işlemeli bir çevre takılıyor. Başın öbür tarafına da saçlar toplanıyor. Üstüne de ne yakışıyorsa; bir çiçek, bir turna teli iliştiriliyor. Fakat moda, muhtelif taşlardan yapılmış büyük bir çiçek demeti takmaktır: İncilerden goncalar, yakutlardan güller, elmaslardan yaseminler, sarı taşlardan fulyalar yapılıyor.

 

      Saçlar, inciler ve kurdelelerle örülerek birçok örgülere ayrılıyor ve var uzunluğunca arkaya dökülüyor. Buradaki kadar güzel saçları ömrümde görmedim. Yalnız bir kadında yüz otuz örgü saç gördüm.” (Türk Kadını ve Kıyafeti)

 

      Üç yüz yıl öncesinin inceliği ile günümüzde ki güya inanç sisteminden kaynaklı olduğu iddia edilen ucube kıyafetleri, zevksizliği varın siz mukayese edin. Abbasi, Emevi döneminden daha da gerilere Asuri dönemine koşar adım gitmenin de herhalde bir izahı vardır!

      Bizler, o zarafeti üzerinde taşıyan insanlarla birlikte yaşadık. Giydiklerini gördük. Onları dinledik. Anadolu’nun her köşesinde Bayan Mary Montague’in anlattığı şıklık vardı. Yöresel kıyafetlerin bile kendine has özellikleri bulunuyordu. Anlamak için 1800’li yılların sonları, 1900’lü yılların başlarında ki aile fotoğraflarına bakılması her şeye cevap verecektir. 

 

       Bir zamanlar Erzincan derken de uzun uzun düşünüyorum. 27 Aralık 1939 Depreminin üzerinden SEKSEN yıl geçmiş. O geceyi yaşamış büyüklerimizi dinleyerek büyüdük. Acının tarifi mümkün değil! Üzerinden henüz ON ÜÇ yıl geçtikten sonra, Vatan Gazetesi “VATAN ERZİNCAN İLAVESİ”  bakın hangi ifadelere yer veriyor: (Vatan’ın Memleket Sersisi No:49)

 

      “Erzincan’da ki spor hayatında bir canlılık görülmüyor. Askeri birlikler, okullar ve bir de spor kulübü  bulunmasına rağmen  bunlar bir araya gelip bir spor hareketi yaratamıyorlar. Bir tek spor kulübünün adı ERZİNCAN GENÇLİK tir. Bir lig kurmak için en az dört kulüp bulunması lazım geldiğinden bu şekilde spor temasları yapılamamaktadır. Bu itibarla bütün faaliyet civar vilâyetlerle yapılan müsabakalara inhisar etmektedir. Ordu,  Trabzon, Bayburt, Erzurum ile spor temasları yapılmaktadır. Bunlarda ekseriyetle futbol, atletizm ve voleybol müsabakaları şeklinde olmaktadır.

 

      Erzincan da kış sporları yapılamıyor. Çünkü müsait olan sahalar kışın kar tutmaz. Kar tutan dağlar çok yüksek ve barınacak yerleri de yoktur. Bu sebeple tehlikelidir.

 

      Spor hayatının kısırlığının bir sebebi de iş sahasının kıtlığı ve sporla meşgul olacak gençlerin ekseriya dışarı gitmeleridir. Gayretli idareciler bulunmasına rağmen, spor hareketleri bu sebeple canlandırılamamaktadır. Bu sahada okullar, askerî güçler ve kulübün elbirliğiyle çalışması lazımdır”  diyor. Ve bu değerlendirmelerin sonucunu, bizler, Karagücü, Sümer spor, Şeker spor gb. spor kulüplerini izleyerek gördük.

 

      O günlerden günümüze geldiğimizde, her spor dalında elde edilen başarılar takdirle karşılanmalıdır. Emeği geçen her bir ferdi kutlamak gerekir.  ANA GOLD 24 ERZİNCAN SPOR’UN gerek bulunduğu grupta ki liderliği gerekse Türkiye Kupası’nda BEŞİKTAŞ karşısında ki mücadelesi gurur vericidir. Yeter ki sadece “nüfus cüzdanlarında ERZİNCAN yazanlar değil, gerçekten ERZİNCANLILAR” bu taşın altına ellerini sokabilsinler. Başarıyı taçlandıran, sadece aktivitenin uygulanması değil, içinde, örf, anane ve ERZİNCAN Kültürü de olmalıdır. Kış sporu yapamamaktan, tehlikeli yerlerden ERGAN Kayak Tesislerine sahip olmanın nimetinin bilincinde olunmalı, o imkân yeterince değerlendirilmelidir. Değerlendirilmediği ise başkaca üzerinde tartışılması gereken bir konudur. Dünyaya açık bir pencere, sürekli dönen ekonomik bir çark, yeterli sosyal faaliyetler yok ise, spordaki başarıda sürekli olamaz.

 

      Bir zamanlar Erzincan derken, her bir köşesine yürüyerek gittiğimiz günleri hatırlıyorum. Bisikletlere gıptayla baktığımız günleri de. O bisikletlerin nereye gittiğini de. Şimdilerde ise birkaç adımlık mesafelerin artık otomobille gidilir olduğu günlere nasıl geldiğimizi düşünüyorum.

 

      Düşünen, imkânları ölçüsünde üreten Erzincan’dan,  tüketen, üretmeyen Erzincan’a mı geldik?  1950’lili yıllara girerken, Erzincan’ın; “yarına  ait en büyük ümidi projeleri hazırlanan su ve elektrik tesislerindedir. FIRAT, CETVEL HALİNDE ŞEHRİN İÇİNDEN AKITILACAK ve ERZİNCAN’IN BÜTÜN MANZARASI BU SAYEDE DEĞİŞECEKTİR”  diye düşünülmüş. Kanal İstanbul’dan daha ilginç değil mi?  Günümüzde bütün imkânlara rağmen, sulama kanallarını nasıl faydalı hale getireceğimize, enerji bedellerinin yüksekliğinden, üreticimizi nasıl koruyacağımıza, tarımın olumsuz etkilenmemesi için yeterli çabayı nasıl göstereceğimize, bakmıyor, önerileri de duymazlıktan geliyoruz.

 

      Eğitim konusunda il merkezinde ÜNİVERSİTE, ilçelerimizde YÜKSEKOKULLAR açılmış olmasına rağmen, gerektiği gibi ne ses, ne de nefes duyuyoruz. 1939 Depreminin travmasını üzerinden atamamış anne ve babaların çocukları, o meşum depremden 29 yıl sonra Türkiye Liselerarası Bilgi Yarışmasında Birinciliği elde ederken, 34 yıl sonrasında Türkiye Liselerarası Futbol Şampiyonusun da da TÜRKİYE Birinciliğini alıyordu.

 

      Bazı evlerde elektriğin olmadığı, olanlarda ise gece saat 23.00 de kesildiği günler bir yana, çok daha acı günlerden gelmiş olmanın burukluğu vardı. 1939 Depreminde eğitim allak-bullak olmuş, 93 okulun yerine sonraki yıllarda sadece 53 okul eğitime başlayabilmiştir. Dönemin imkânları içerisinde, okul sayısı 1940-41 de YETMİŞ, 1941-42 de SEKSEN BİR’E, 1952 yılına gelindiğinde bütün il de ki okul sayısı İKİ YÜZ SEKSEN BEŞ olmuştur.

 

      1952 yılı ERZİNCAN LİSESİ’NİN otuz beş öğretmenle DÖRT YÜZ öğrencisi vardır. Dört yüz öğrencinin sadece ELLİ SEKİZİ kız öğrencidir. Ayrıca Kız ve Erkek Sanat Enstitüsü okulları, ilçelerden KEMAH, KEMALİYE ve TERCAN’DA birer ORTAOKUL bulunmaktadır. YEDİ İlk Okul, 1850 öğrencisiyle dört binaya sıkıştırılmıştır.

 

      BEŞ YÜZ ALTI köyün 274’ün de okul vardır. Okul bulunan köylerde okuma çağında bulunan 19.075 öğrencinin 17.040’ı okula devam etmektedir. Okulu olmayan köyler ve bütün il de ki okuma çağında öğrenci sayısı 33.572 dir. Sayısı YEDİ olan, GEZİCİ demircilik, marangozluk ve köy kadınları KURSLARI aşırı ilgi görmüştür.

 

      Günümüzde EĞİTİMİN her basamağında görev alanların sahip oldukları imkânlara bakarak,  şapkalarını önlerine koyarak kendilerini sorgulamalarıdırlar. Yukarıda anlattığım 1952 yılı ve Erzincan’ın 1945 de ki eğitim durumu ise; okuma-yazma bilenler 25.957, yalnız OKUMA bilenler 762, okuma-yazma bilmeyenler 37.482 dir. KADINLARIN 8.998’i okuma-yazma, yalnız okuma bilenleri de 74 dür. Okuma-yazma bilmeyen KADIN 60.767 dir. Bütün bu tabloya bakarken, 1945 yılında 171.868 olan nüfusun 83.261’i ERKEK, 88.607’ sinin KADIN olduğu gözden kaçırılmamalı, yapılmış nüfus projeksiyonlarında da gelecek yıllarda 230.000’li nüfus öngörülürken, yıllardır sürüp giden kayba elle tutulur çareler nedense düşünülmemektedir.

 

      Erzincan, yolun sağ şeridinde düşük hızla yol alan otomobil misali giderken, çok şey yaptıklarını iddia edenlerle birlikte, Erzincanlı da o esintiye kapılmış Erzincan’ı seyretmektedir.

 

      Tarım da her geçen gün üretimde ki gerilemeye, yeterli seviyeye ulaşamayan hayvancılığın hangi boyutlarda olduğuna bakacak olursak; 1952 de 7.237 AT, 2.405 KATIR, 11.843 EŞEK, 137.268 SIĞIR, 9.808 MANDA, 214.301 KOYUN,  185.810 KEÇİ bulunmaktadır. (TOPLAM: 568.672) Hayvansal üretim o günlerde iptidai şekilde yapılmaktadır. Yem yeterli değildir. Köylerin uzaklığı, diyalog eksikliği, müteşebbis yetersizliği gereken verimliliği etkilemiştir. Her türlü imkânın sunulduğu şu günlerde, insan nüfusu gibi hayvan varlığı da son derece düşündürücüdür.

 

      Yıl 1952; 568.672… Yıl 2019; 546.491 Hayvan varlığı...  Ayrıca TÜİK Ocak 2019 da sığır varlığını 117.803,  Aralık 2019 da 142.225 olarak vermektedir.

 

      Aşağıda ki tablodan anlaşılacağı üzere, ne hikmetse Erzincan da AT, KATIR ve EŞEK hiç bulunmamaktadır!

 

      KARTOLU, LÖVLEZİ (Löylezi), BAMYAYI, NOHUDU, PANCARI, CEVÜZÜ, ÇEMİÇİ, MIĞIRİK ARMUDU, GAYISI ile SAKKI ELMAYI da gıdım gıdım zaharki yazarız.

 

      İşte BİR ZAMANLAR OSMANLI, işte BİR ZAMANLAR ERZİNCAN…

 

       Günümüzde hayvan varlığı, Aralık 2019;  (Tarım Orman Bakanlığı ve TÜİK)

 

İLÇE

 

Koyun

 

Keçi

 

Sığır

 

Manda

At

 

Katır

Eşek

Merkez

159.010

5.066

  54.080

   938

--

--

--

Çayırlı

      38.735

3.391

17.905

   26

--

--

--

İliç

      47.508

13.956

2.416

--

--

--

--

Kemah

      65.286

     4.771

      3.112

--

--

--

--

Kemaliye

      29.165

21.630

1.704

--

--

--

--

Otlukbeli

        4.071

        452

7.791

--

--

--

--

Refahiye

        6.288

     1.404

   14.868

--

--

--

--

Tercan

    146.419

     9.153

   43.748

302

--

--

--

Üzümlü

      50.009

     1.064

   12.593

232

  --

--

      --

Toplam

      546.491

     60.887

   158.217

     1.498

  --   

      --

     --

 

KAYNAK: Erzincan İli Kültür ve Eğitim Derneği

TANDIRBAŞI Dergisi 13 Şubat 2020

Sayfa;6-7-8-9-10

 

 

 

Kenan Mutlu Gürses


Kenan Mutlu Gürses © 2011 - 2024 Her hakkı saklıdır. Başa Dön