ŞER DEĞİL...! HAYIR

31 Ocak 2017


      Bu yaştan sonra, aynı yılları yaşamış olduğumuz malûm zat-ı muhteremin TÜRK MİLLİYETÇİLERİNİN içine düşürüldüğü çıkılmaz durum nedeniyle Türk Milliyetçiliğini, bazı hafıza kaybına uğramışlara tekrar hatırlatmanın ıstırabını yaşıyorum. Bilinen derinliği ile TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNİ tek bir yazıya sığdırmanın da çaresizliği içindeyim. Yine de kalemin gücünün yettiğince, bir köşesinden tutarak yazmaya çalışalım.  

      Avrupa’da milliyetçi akımların ortaya çıkması, II. Abdülhamid’in Osmanlıcılık yerine İslâm ve Hilafeti her şeyin önüne getirme gibi başarısız girişimi, Osmanlıcılığı da İslâmcılığı da darmadağın etmiştir. Bunun sonucu olarak, Türk Milliyetçiliği fikri ortaya çıkmıştır. Dönemin düşünürleri, Türkçülüğü, devletin kurtuluşu olarak görmüşlerdir. Böylece yıkılışa sürüklenen bir devleti kurtarmak arayışı, Osmanlı aydınları ile Türk Milliyetçi hareketinin başlangıcı olmuştur.

      Bu hususu, Nevzat Kösoğlu; “İlki Avrupa’da milliyetçi akımın ortaya çıkışına paralel olarak gelişen ırkçı düşüncelerin Osmanlı’da Türk kültürü ve İslâmî geleneğin bir sonucu olarak hemen benimsenmeyişidir. Diğeri ise Turancılık duygu ve fikrinin, doğuşundan itibaren Türk Milliyetçiliği içerisinde bir ülkü olarak var oluşudur” şeklinde anlatır.

      Ziya Gökalp ve Yusuf Akçura Türk devletleri tarihini Hunlardan başlatarak son yüzyıla nasıl taşınmış olduğunun altını çizerler. Türk Tarihinin devamlılığının oturduğu zeminin o günlerden gelmiş olduğunu ayrıca Mümtaz Turhan da işaret etmiştir.

      Erol Güngör; Türk Milletini birbirine kenetleyen asıl unsurun Türklük niteliklerinin İslâmiyet ile zenginleşerek kökleşmiş kültür olduğunun anlatır. Sonra da bugün hafıza kaybına uğramışların bu hallere düşmemeleri için “Milliyetçilik halka dayanan hareketler olduğu için milli iradeye azami serbestlik tanımak, yani demokratik olmak zorundadır. Fikir hürriyetine imkân vermeyen bir milliyetçilik düşünülemez. Milliyetçi görüşün nüanslarını temsil eden grubun veya şahısların bulunması hareketin zaafını değil, gücünü gösterir” demiştir. Sonra da şu hedefleri göstermiştir.

      Türk Devleti, milleti ve vatanın bölünmez bütünlüğü,
      Türk tarihi kökenlerinin eski zamanlardan bu yana varlığının hiç unutulmaması,
      Milliyetin İslâm dini dışında düşünülemeyeceği,
      Milli kültürün ayrılmaz parçası olan İslâmiyet’in laikliğe aykırı prensibinin olamayacağı,
      Milli tarih şuuru,
      Birlik prensibine dayanan milliyetçiliğin, birlikte hareket şuuruna erişmesi,
      Farklı görüşlere karşı toleranslı olmak,
      Milli birliğin fikir temellerini devamlı anlatmak ve birlik şuurunu kuvvetlendirmek için çalışmak, şeklinde göstermiştir.
      Türk milletini bir arada tutan asıl faktörün Türklerin kendi öz nitelikleri ve İslam’ın verdiği katkıyla zenginleşip kökleşen Türk kültürü olduğunu söylemiştir.
      Sadri Maksudi Arsal ise; Milletin tarihi geçmişine önem verdiğini belirterek, milliyetçiliği “Milliyetçilik yani milliyet duygusu bir millete mensup bireylerin, milli tarihlerine, milletlerin geçmişteki parlak başarılarına, felâket ve ıstıraplarına karşı derin bir ruhi bağlılık ve saygı duygusu şeklinde tecelli eder” “Fakat milliyetçilik, milliyet duygusu ancak maziye, geçmişteki şeylere bağlılıktan ibaret değildir.  Milliyet duygusunun tecelli ettiği diğer bir alan daha vardır. O da geleceğe yönelmiş emel, gaye ve düşünceler alanıdır” demiştir.
      Hangi birini, yazsam!

      Ne yaptığı, neden yaptığı bilinmeyen ve bunu bir türlü açıklayamayan zat-ı muhterem; Makyavel’in “fırsat kaçırılmayacak kadar güzeldir” dediğini buyurmuş!  O’ndan bahsederken biraz düşünmek gerekmez mi? Referanduma gidilen bir zaman diliminde DEVLETLE ilgili bir değişiklik konusunda fikir beyan eden birinin; Platon (M.Ö. 427-347), Aristoteles (M.Ö. 384-322), Marcus Tullius (M.Ö. 106-43), Augustinus (354-430), Thomas (1225-1274), İBN HALDUN (1332-1406), Nicolo MACHİAVELLİ (1469-1527), Jean Bodin (1530-1596), Thomas Hobbes (1588-1679) Charles Louis de Secondat Montesquieu (1685-1755), J. J. Rousseau (1712-1778) ve George Wilhelm F. Hegel (1770-1831) lerin DEVLET hakkında neler söylediklerini bilmeden, o ifadeyi nasıl cımbızla çekebilir ki. Sözde liderliği fiilen devam eden birinin çok daha dikkatli konuşması gerekmez mi?

      Anthony Smith’in milli kimliğin temelini oluşturan, millet kavramını nasıl anlattığını mı, Benedict Anderson’un millet tanımını mı, Hobsbawm’ın milliyetçilik fikrini mi?  Tabii en önemlisi, Ziya Gökalp, Yusuf Akçura’nın ana hatlarını oluşturdukları Türk Milliyetçiliğini, MUSTAFA KEMAL’İN Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu ideolojisi yaptığını mı? Hangisini yazsam…      
      Bütün yaşananlar bir tarafa, Yusuf Akçura “Irk ve dilin esasen birliğinden dolayı sosyal vicdanında birlik ve beraberlik meydana gelmiş bir insan toplumudur” diyor Millet için. İnsana sormazlar mı Devletin BEKASI neden tartışılıyor? Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığı neden sorgulanıyor? Millet bağı ve milliyetçilik kavramlarının içi neden boşaltılıyor? Erol Güngör’ün “Çağdaş Türk Milli Kültürü kurmanın gereği ve bunun yollarını aramak aynı zamanda bir medeniyet DAVASIDIR” demişken… BU DAVADAN neden vazgeçiliyor?

      Binlerce yıl öncesine uzanan, Osmanlı da başlayarak yüzyılı aşan TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNİ hafıza kaybına uğramışlara, nasıl anlatsam?

      Acaba diyorum; Alpaslan TÜRKEŞ, Ahmet Hamdi TANPINAR, Aka GÜNDÜZ, Ahmet AĞAOĞLU, Ali Canip, Ali MÜMTAZ, Cenap ŞAHABETTİN, Enis Behiç KORYÜREK, Faruk Nafiz ÇAMLIBEL, Fethi TEVETOĞLU, Ferit TEK, Halide Edip ADIVAR, Halide Nusret ZORLUTUNA, Hüseyin Nihal ATSIZ, Hamdullah Suphi TANRIÖVER, Kemalettin KAMU, Mehmet Akif ERSOY, Mehmet Emin YURDAKUL, Namık KEMAL, Necip Asım, Nejdet SANÇAR, Nurettin Topçu, Ömer SEYFETTİN, Reha Oğuz TÜRKKAN, Reşit GALİP, Reşat Nuri GÜNTEKİN, Rıza Tevfik BÖLÜKBAŞI, Peyami SEFA, Salih ZEKİ, Şukûfe NİHAL, Veled ÇELEBİ, Yahya Kemal BEYATLI, Yakup Kadri, Yusuf Ziya ORTAÇ, Zeki Velidî TOGAN vd.leri boşuna mı çile çektiler, boşuna mı anlattılar, boşuna mı sayfalarca yazdılar?

      Gel gör ki, bu ONURLU insanların TÜRK MİLLİYETÇİLERİNE emanet ettikleri MEŞALE bazı hafıza özürlüler tarafından söndürülmeye çalışılıyor. TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNİN fikir ummanı olduğunu idrak edemeyen kafalar, siyaset gölcüğünde, rotasız bahtlarının rüzgârına kapılarak, nihayet beklenen sonlarının kayalıklara çarparak nihayet bulacağını hep birlikte göreceğiz.

      Bizler ise bu ONURLU Muallimlerimizin, MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’TEN aldıkları direktif doğrultusunda, CUMHURİYETİN istediği nesiller olarak “FİKRİ HÜR, VİCDANI HÜR, İRFANI HÜR” olarak yaşadık, yaşamaktayız ve yaşamaya ilelebet devam edeceğiz. Yine MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN “Cumhuriyet’in temelinin LAİK bir dünya görüşüne dayalı olduğu hiçbir zaman unutulmamalı ve bu gerçek gözden kaçmamalıdır. Zira TÜRK halkı teokratik yönetimden çok acı çekmiştir. Geri kalışının nedenleri arasında bunun önemli yeri vardır” dediğini hiç unutmadığımız için İRADEMİZİ defalarca ALDATILAN, KANDIRILAN tek bir kişiye de TESLİM etmeyeceğiz.

      Asıl amacının ne olduğunu açıklayamayan, “profesyonel nifakçı”, “sahip olduğu siyasi akıl”la, “dağınıklığı” toparlayamayan, “nefsinin azgınlığını” durduramayan, sözde “çarpık niyetlere karşı” bütünlüğü bir türlü sağlayamayan, “kütük yontula yontula, kitap oldu”(muş) iken, başarısızlığını “iftira” ile “isnat, itham ve ilkel dürtüleri” kendine kılavuz yapan, liderlik vasfını kaybetmiş birinin peşinden de TÜRK MİLLİYETÇİLERİ olarak artık gitmeyeceğiz.

      ERGENEKON’DAN çıkışımızın üzerinden BEŞ BİN yıl geçmiş. BEŞ BİN yıldır, OĞUZ DESTANI ile KIZILELMA ÜLKÜSÜNE ulaşmak için koşuyoruz. Bunun içindir ki daima İRADEMİZİ sadece Hakk’a teslim ediyoruz. Erdemli olmanın gereği ile ahlâk felsefesine sahip, iradesini kula teslim etmeyen erdemli kişilikten, hiçbir zaman vazgeçmeyeceğimizin altını bir daha çiziyoruz.

       Sokrates; “Erdem bilgidir, bilen insan yanlışlık/kötülük yapmaz.”
       Eflatun; “Erdem bilgiye dayanır, erdemli kişi neyin iyi neyin kötü olduğunu bilir.”
       Aristo; “Erdemli davranışlar akla ve aklın ölçülerine uygun olur.”
       Spinoza; “Erdemli olmak, varlığını koruyan kendine yararlı olanı elde eden kimsedir. İnsan başka biri için kendini feda etmemelidir.”
       Descartes; “Erdemli insanda, iradeyle iyiyi yahut kötüyü seçme özgürlüğü vardır” demişlerdir.

      Erdemli olmayı ve iradenin kula teslim edilemeyeceğini en mükemmel şekilde Kur’an-ı Kerim emretmiyor mu? Ve Yüce Peygamberimiz, kimseyle kavga etmeyerek, kendi nefsi için asla öç almak duygusuna kapılmayarak, öfkelenmeyerek, kötü söz söylemeyerek, düşmanlarına karşı affedici davranarak, değer vererek, kimsenin arkasından ve yüzüne karşı ayıplamayarak, kınamayarak ERDEMLİ olmamız doğrultuda en büyük örnek kişi olmadı mı? Biz daima O’nu örnek almıyor muyuz?

      Bu inanç ve kabul ettiğimiz değerlerle, ahlâk ölçüsünden ayrılmadan EREDEMLİ insanlar olarak İRADEMİZİ tek kişiye teslim etmeye HAYIR diyoruz… ŞER DEĞİL..HAYIR

 

Kenan Mutlu Gürses


Kenan Mutlu Gürses © 2011 - 2024 Her hakkı saklıdır. Başa Dön