TARİH. AĞUSTOS AYI VE ERMENİLER (II)

10 Eylül 2023


      Ermeni milliyetçiliğinin ana noktasında kilisenin olduğu bilinen bir gerçektir. Buradan hareketle yüzyıllardır bağımsız bir devlet kurmak amacıyla başlayan isyan hareketleri XVI. yüzyılın başlarından itibaren de bilinmektedir. Ermenilerin de yaşadıkları, Doğu Anadolu, İran ve Kafkasya topraklarında başkaldırı hareketlerini incelediğinizde bugünde doğru söylemedikleri görülecektir. Her ne kadar devlet kurmak için bütün gizli olan teşebbüslerinde başarısız olmuşlarsa da, bu başarısızlıklarını daima karşı tarafa yüklemeye çalışmış ve çalışmaktadırlar.

      Ayrıca, “İngiltere kendi amaçlarını gerçeklestirmek için çalısabilecek en uygun millet olarak Ermenileri gördüğünden Dogu Anadolu ve Kafkasları ele geçirme amacını Ermeniler aracılığıyla gerçekleştirmeyi uygun bulmustur. Bunun için Ermenilerin Türkler tarafından yok edilmesi YALANINI The Times gazetesi aracılığıyla bütün dünyaya söylemekten geri durmamıstır. The Times gazetesi ise; 1918 Ocak-1919 Aralık arası dönem içerisinde “Ermenilere yapılan zulümler, “Türk gaddarlıgı” gibi manşetlerle bir yandan soykırım yapıldığına dair söylemlerde bulunmus, bir yandan da 1915’e atıfta bulunarak Ermenilerin o dönemde sürüldükleri için çok acılar çektikleri ve bu yüzden istedikleri sınırlar çerçevesinde bağımsız bir Ermenistan’ın kurulması gerektigi üzerinde durmustur. 1918-1919 yılları The Times’ın İngiliz propagandasının yoğun olarak yasandığı dönem olması açısından önemi haizdir.” ([1])

      Bu inkâr ve yalancılığın çıkış noktasını tarih sayfalarında, Pers hâkimiyetinden kurtulma çabaları 1532 yılından başlatarak, 1541-1547-1562-1677-1699-1700-1707-1709-1711-1712-1721-1722-1723-1725-1795-1804-1811-1813-1814-1825-1826-1827-1828 vd. tarihlerde Ermenilerin, genelde Katolikosların önderliğinde neler yaptıkları görülecektir. Yazımın birinci bölümü ile başladığım; “TARİH, AĞUSTOS AYI ve ERMENİLER” in neler yaptığına, diğer önemli başlıklara ve de açıklamalarıyla kaynaklardaki AĞUSTOS aylarına kronolojik olarak bakalım:

(NOT: Dipnot ve kaynak gösterilmeyen bilgiler, Recep Karacakaya’nın “Kaynakçalı Ermeni Meselesi Kronolojisi 1878-1923” eserinden alınmıştır.) (Lucida Calligraphy yazı karakterli bilgiler Ermeni kaynaklarından alınmıştır) (Arşiv Belge numarası verilen bilgiler, Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı Yayınlarından alınmıştır.) (Kaynaklarda ki açıklamalar tarafımdan kısaltılmıştır.)

M.S. 591 - Bizans-Sasani Anlaşması  (Ağustos 591)

      [Yapılan yeni anlaşma ile sınır, aşağı yukarı Van Gölü kuzeyinden Dvin'e kadar Gökçe Göl (Sevan Gölü) hattından geçiyordu. Ağustos 591 Anlaşması ile "Armenia" arazisinin Batı, Kuzey ve Orta bölgesindeki bütün beylikler Bizans eline geçerken Sasanilere sadece Güney ve Güney-doğudakiler kaldı ve böylece Bizans, 387 Anlaşmasıyla kaybettiği Armenia topraklarının bir kısmını tekrar elde ederek Armenia'nın 2/3'ine sahip oldu. Van Gölü'nün kuzey-doğusundan Berkri, ( şimdiki Muradiye ) yakınındaki bir noktadan kuzey-doğuya Aras'a kadar uzanan yeni bir sınır hattı tesbit edildi ve bu hattın batısındaki bütün bölge Bizans'ın eline geçti.] (…) ([2])

M.S. 963 II. Basileios’un İlhak Politikası

      [X. Yüzyılın ikinci yarısında, Çukurova yeniden Bizans'ın eline geçti. II. Nikephoros ı Kilikya'yı işgal hareketini, Ağustos 963'de imparator ilan edildikten sonra da devam ettirmiştir. Saltanatının ilk iki yılını Kilikya bölgesine ayıran imparator, son derece güç ve yıpratıcı savaşlardan sonra bölgenin işgalini 965 yılında tamamladı. ([3])

M.S. 1064 - Atom ile Apusahl, Bizanslılar tarafından öldürülmüştür

      [Sultan Alparslan, vaktiyle Ermeni Bagratuni Krallığı’nın merkezi olan, şimdi ise Bizans’ın tayin ettiği vali tarafından idare edilen Ani’yi kuşattı. Arpa Çayı üzerinde bulunan ve fethi oldukça zor görünen Ani Kalesi’ni Sultan, 16 Ağustos 1064’de feth ve şehri Bizans adına savunan Bagrat ile Grigor’u da teslim almayı başardı. Sultan Alparslan’a itaat eden ve Selçuklu vassalliğine giren Gagik, Sultanın Kars’tan ayrılmasından sonra, samimi olmadığını göstermiş ve memleketinin idaresini 1064’te İmparator Konstantin Dukas’a terk etmiş, bunun karşılığında da Zamantı (Pınarbaşı) şehrini almıştır. 1080-1081’e kadar kendisine tahsis edilen bu bölgede hayatını sürdüren eski Kars kralı Gagik-Apas, Vaspurakan kralı Senekerim’in oğulları prens Atom ile Apusahl, Bizanslılar tarafından öldürülmüştür..] ([4])

M.S. 1064 - Ani’deki idaresi, arada yaşanan kısa kesintilerle birlikte, 1200 tarihine kadar sürmüş oldu

      [Ani’nin fethi, Sultan Alp Arslan’ın I. Kafkasya seferiyle (1064) elde ettiği başarılardan birini oluşturur.       Bir bakıma Ermeniler de yoğunlaşan muhasara karşısında kaleyi teslim etmek zorunda kalmışlardı. Böylece 25 gün süren muhasara sonunda Ani, 16 Ağustos 1064 günü Selçuklu hâkimiyetine geçmiş oldu.

      Bu vergilerin önemli bir kısmını ödeyen şehrin sanayici ve tacirleri zor bir durumda kalmışlardı. Fetih sonrası 20 Ağustos’a kadar Ani’de kalan Sultan’ın buradaki imar faaliyetleri dikkat çekiyor. Sultan’ın Büyük Katedral’ı Camiye dönüştürerek, ordusuyla burada ilk Cuma namazını kılması da, bu milletin tarihi ve Anadolu’nun geleceği bakımından önem arz ediyor. Sultan, Ani’den ayrılacağı zaman (20 Ağustos 1064), şehrin idaresini bir ordu maiyetinde Şeddâdoğullarından Ebu’l-Esvar’ın oğlu Manuçehr’e bıraktı. Bu ailenin Ani’deki idaresi, arada yaşanan kısa kesintilerle birlikte, 1200 tarihine kadar sürmüş oldu.] ([5])

M.S. 1071 - 26 Ağustos 1071 Malazgirt Meydan Muharebesi

M.S. 1155 - II. Kılıçarslan Devri (1155-1192)

      [II. Kılıçarslan'ın Danişmendli Yağıbasan ile anlaşmazlık ve mücadelesi (Ekim 1155) ve eniştesi Musul atabeki Nurruddin Mahmud 'un birtakım düşmanca hareketleri sırasında, bundan istifade etme fırsatını bulan Toros'un kardeşi Stefan, Maraş Selçuklu emîrinin bir Ermeni köyüne saldırmasını bahane ederek kardeşinin destek ve yardımından yoksun olarak 1156 yılında, Ermeni kaynaklarında da şiddetle kötülenen bir harekât sonucunda, Maraş'ı işgal ile Ermeni ve diğer Hıristiyanları öldürüp mal ve mülklerine el koymuş ve şehri yakıp yıkmıştır. Bunun üzerine II. Kılıçarslan, derhal harekete geçti; Stefan ise bir kısım halkı ve Salibhioğlu Mar Dionysius adlı şehir papazı alarak Maraş'tan kaçmak zorunda kaldı. Şehre giren sultan, Urfalı Mateos'un da belirttiği gibi, "Hiçbir cebir icra etmedi", Ermenilere herhangi bir kötü hareket ve davranışlarda bulunmadı; daha önce şehirden kaçıp, bu kez geri gelen Ermenilerin bağ ve tarlalarını onlara geri verdi.

      Ermeni ve Süryanî kaynaklarında ifade edildiği üzere, bunu haber alan "Âlicenap sultan, onları, yeniden yurt ve topraklarına getirtip yerleştirdi, boşalmış olan şehir yeniden canlandı". Kılıçarslan, daha önceleri Toros'tan aldığı Pertus kalesi önlerine geldiği zaman artık direnmenin yersizliğini anlayan Stefan, isyanı bırakıp sultana itiaatını bildirdi, sultan da bu önemli kaleyi, kardeşi Toros'un onayıyla ona dirlik olarak geri verdi; böylece sultan, Ermeni isyan hareketleri sebebiyle Maraş ve dolaylarında ortaya çıkan huzursuzluğu bertaraf ettikten sonra kuvvetleriyle birlikte geri döndü..  (Ağustos 1157).

      Bununla birlikte Kılıçarslan, devletinin güney sınırlarını Ermeni saldırılarından korumak amacıyla, Sancarşah'ı Ereğli ve güney uç bölgesine, Arslanşah'ı Niğde'ye ve Tuğrulşah'ı da Elbistan' a melik olarak atamıştır. ([6])

M.S. 1157 - Atabeg İmadeddin Zengi’nin oğlu Nureddin Mahmud ile Ermeniler arasında yaşanan siyasi olaylar göze çarpıyor

       [Sultan I. Mesud’un vefatından sonra II. Kılıçarslan tahta oturmuştur. Bu dönemde ortaya çıkan mücadelelerden faydalanan Kilikya Ermeni Baronu II. Toros’un kardeşi Stefan, 1156 yılında ağabeyinin onayını ve yardımını almaksızın, etrafındaki insanların tahrikleriyle, Maraş Beyi’nin bir Ermeni köyüne girmesini sebep göstererek Maraş’a saldırdı. Ancak II. Kılıçarslan’ın, Keysun’a ulaştığını öğrenince Stefan ve adamları şehri yağma ettiler, evleri ve götüremeyecekleri her şeyi yaktılar, ahâlinin çoğunu yanlarına alarak kaçtılar.

      Hıristiyanların maruz kaldığı bu kötülüğü duyan II. Kılıçarslan duruma müdahale etti. Halk, Papaz Grigor’un tabiriyle “Sultanın tatlılığı sayesinde” birbiri arkasına geri geldi ve boşalmış olan şehir tekrar doldu, canlandı. Bu hâdiselerden sonra II. Toros, dostluğunu kazanmak için şehri bizzat Türklerden almış olan kardeşi Stefan’ın karşı çıkmasına rağmen Berdus’u Sultan’a verdi. Ermeni müellifin “Büyük Sultan” olarak tanımladığı II. Kılıçarslan’ın şehre gelmesiyle burası asayişe kavuştu. Böylece vaktiyle “Melik” olarak bulunduğu bu bölgeyi huzura kavuşturan Sultan, 1157 Ağustosu’nda Konya’ya geri döndü.

      II. Kılıçarslan ile II. Toros arasındaki dostane münasebet, II. Toros’un ölümüne kadar devam etti. II. Kılıçarslan döneminde taraflar arasındaki ilişkilerin dostane olduğunu Grigor ve Simbat’ın II. Kılıçarslan, “(II. )Toros’un samimi bir dostu idi. O, (II. ) Toros ile olan dostluğunu da takviye etti” şeklindeki sözleri teyit etmektedir.] ([7])

M.S. 1164 - Bizans’ın Tarsus Valisi ve Antakya Prinkepsi yakalanarak Haleb’e götürüldü

      [Hârim hâkimi Renaud de St. Valery’nin önerisini dinlemeyen III. Bohemund, Atabeg Nureddin’i takip etmeye başlayınca iki ordu 10 Ağustos 1164’de Artah yakınında karşılaştı. Atabeg Nureddin, bozguna uğramış gibi yaparak ordusunu geri çekerken, Ermeni Baronu II. Toros’un uyarılarını dikkate almayan III. Bohemund, onları takibe girişti ve Atabeg Nureddin’in kurmuş olduğu tuzağa düşmüş oldu. Her taraftan kuşatılan birleşik ordunun büyük bir bozguna uğradığı bu savaşta II. Toros ve kardeşi Mleh kaçıp Antakya’ya ulaşmayı başarırken, Trablus Kontu, Bizans’ın Tarsus Valisi ve Antakya Prinkepsi yakalanarak Haleb’e götürüldü.] ([8])

M.S. 1225 - I. Alâeddin Keykubat

      [(I. İzzeddin Keykâvus)'un yerine geçen kardeşi I. Alâeddin Keykubat zamanında Anadolu Selçuk İmparatorluğu en haşmetli devrine vâsıl oldu: Ermeniler onu metbu olarak tanımağa ve senelik vergiden başka Türk ordusuna yardımcı asker de vermeğe mecbur oldular (1220–1221).

      Yeni Diyarbekir ve Hısnıkeyfa Beyinin Eyyubilerle birleşerek hutbeden kendi ismini kaldırmak istemesi üzerine Kâhta ve Çemişgezek'i zapt etti (1222). Yardıma gelen Eyyubî ordusunu mağlûp ettiyse de, Eyyubîlerle hoş geçinmek siyasetini takip edeceği için esirlere karşı büyük bir nezaket gösterdi. Ve biraz sonra Eyyubî ailesinden bir kızla evlendi. 1225'te Erzurum ve Erzincan emîrlerinin vefatı üzerine, buraları da Selçuk İmparatorluğuna ilhak için birtakım harplere girişti; Eyyubilerle müttefik olarak, Celâleddin Harzemşah’a karşı Erzincan'da büyük bir zafer kazandı (10 Ağustos 1230). Ve bunun neticesinde Erzurum'u da zapt etti.] ([9])

M.S. 1230 - Celâleddîn Mengübirtî, bir nebze de olsa son iki mücadelenin yıkıcılığını üzerinden attı

      [Celâleddîn Mengübirtî, YASSIÇEMEN’e kuvvetlerinin tamamını getirememişti. Zira onun askerlerinin bir kısmı VAN Gölü Havzası’nda bulunan şehirleri ele geçirmekle iştigal etmekteydi. Sultan Alâeddîn I. Keykubâd, Kadir Gecesi olması hasebiyle (8-9 Ağustos 1230) geceyi ibadet ve dua ile geçirdi. Ertesi gün daha büyük bir savaş vuku buldu. Sabah ışıklarından akşam karanlığına kadar savaş devam etti. İki taraf da ağır kayıp verdiği halde akşam karanlığının bastırması nedeniyle ordular kendi ordugâhlarına çekildiler. ([10])

M.S. 1230 - AHLÂT ve çevresini yeniden EYYÛBÎ hâkimiyetine katmak için ERZURUM’dan ayrıldılar

      [Öncü birlikleri savaşları dâhil SELÇUKLU-EYYÛBÎ ittifakı ile Hâremzşâhlı-ERZURUM SELÇUKLU ittifakı arasında meydana gelen üçüncü çarpışmadan sonra ordular nihaî karşılaşma için hazırlıklarını tamamlayarak 10 Ağustos 1230 günü savaşa tutuştular. İlk çarpışmalarda Hâremzşâhlıların sağ kanadı, SELÇUKLU tarafının sol kolunu bozarak geri çekilmeye mecbur etti. ([11])

M.S. 1231 - Çaşnigir Çavlı

      [Erzurum'dan geçen Keykubad'ın elçilerinin Cihanşah'a tutumunun tehlikelerini anlatmaya çalışmaları da sonuç vermedi. Keykubad, durumu hemen kavrayıp bir taraftan Erzincan‘a Çaşnigir Çavlı komutasında iki bin süvari gönderirken, diğer taraftan da Kâmyâr'ı o sırada Harran'da bulunan el-Kâmil ve el-Eşref'e gönderdi.

      Halep Kürtleri ve Arap hafif süvarileri dâhil Eyyubi ordusu seçkin 5.000 kişiden oluşuyordu. Keykubad, değerlendirmelere göre 12.000–20.000 adama sahipti ve vasalları yahut zoraki müttefikleri olan Kilikya Ermenileri ile Franklardan da yardım alacaktı; Çavlı da hudutta ona katılacaktı. Celaleddin'in ise Anadolu'da 100.000 adamı olduğu söyleniyordu; yani sayıca üstündü. Hârizmşah, bu sırada Malazgirt'i kuşatmıştı. Öncü olarak Erzurum hâkimini, düşman kuvvetlerinin birleşmesini önlemek amacıyla Harput'a doğru gönderdi; fakat hasta olup onu takip edemedi; Cihanşah'ın kuvvetleri de, birleşmeyi önleyecek kadar ileri gidemediler. Kuşatmayı sürdürme işini vezirine bırakan Celaleddin, duruma hâkim olmak için, kuzeyden Selçuklu toprağına geçerek Erzincan üzerine yürüdü, sonra bu kenti de geçip Sivas yolu üzerindeki otlak bir havza olan Yassı Çimen’i savaş alanı olarak seçti. Yolda bu Selçuklu öncü kuvvetini tamamen yok etti (24 Ramazan). İttifakın asıl kuvvetleri Erzincan AKŞEHİR'İ yoluyla savaş alanına geldi. Çarpışma 25 Ramazan 628/29 Temmuz 1231'de başladı. Art arda üç gün sonuç alınamadı; bir anda ittifak güçleri başarı gösterir gibi oluyor, onu hemen düşmanın yenilmezliğinin bir kanıtı izliyordu; Celaleddin alıştığı şekilde savaşırken, El-Eşref onun zayıf noktalarına dikkat ediyordu. 28 Ramazan/1 Ağustos'ta son çarpışmalar yapıldı.

      (…) Azerbaycan'dan gelen Moğol kuvvetleri, Selçuk kuvvetlerinin dağınık olmasından ve aynı zamanda Hârizmlilerin yenilmesinden yararlanarak Ermenistan sınırını geçip Sivas eyaletindeki Ribâtü'l-Ahmed'e, Harput ve Malatya kapılarına kadar bir akın yaptılar.. Rusudan daha önce Erzurum Beyi ile yaptığı anlaşmadaki ittifaka onun yerine Selçukluları almayı denedi; Tuğrulşah'ın oğlundan olan kızıyla Keykubad'ın oğlu Keyhüsrev'in evlenmesiyle pekişecek bir yakınlaşmayı önerdi; olay ilke olarak böylece sonuçlandı ama evlenme daha sonra gerçekleşti. Ordu Erzincan‘a geri döndü.

      Bu arada, Selçuklu Ermenistan'ı, birbirini izleyen yağma ve savaşlardan çok etkilenmişti. Kıtlık hüküm sürüyordu. Diğer taraftan el-Eşref, yakılmış yıkılmış en doğudaki eyaletlerini kendi kaderleriyle baş başa bırakmışa benziyordu.      Ancak bu Moğol akınlarına tamamen açık olan bu topraklarda onları tutabilmek sâhibe olanaksız geldi. Onları sultanın bulunduğu Kayseri'ye götürdü. Sultan da ülkenin içlerinde önemli toprakları ikta olarak verdi; ama her birini başka bir yere dağıttı: Kırhân'a Erzincan, Bereket'e Amasya, Kuşlu'ya Larende, Yılan'a Niğde'de ikta verildi. Böylelikle gelecekteki çatışmalarda onların kuvvetinden yararlanabilme olanağı öngörülmüştü. Yassı Çimen zaferinden sonra nasıl Hârizm tehlikesi kalkıp Batı Ermenistan bütünüyle Selçuklu egemenliği altına girdiyse, Diyar-ı Bekr yöresi de Eyyubilerin eline geçti.] ([12]

M.S. 1254 - Rubrouck’un Seyahati

      (…) [18 Ağustos 1254 tarihinde Rubrouck, Mongka'nın Saint Louis'ye cevabını götürmek üzere Karakurum'u terk ediyordu. "Ezel Göğ'ün buyruğu böyledir. Gökte bir tek Tanrı ve yeryüzünde Tanrı'nın oğlu tek hükümdar vardır, Çengiz Han" ve ezeli Tanrı ve Kağan'ın adına, yeryüzündeki temsilcisi olarak Mongka, Fransa kralına kendisini metbu tanıması buyruğunu veriyordu. Bu mektubu taşıyan Rubrouck, Karakurum'dan Volga'ya iki ay altı gün süren bir yolculuk yapmıştı. Yolda, Kağan'a saygılarını sunmaya giden Ermenistan kralı I. Hetum'la karşılaşmış ve Eylül ayında, Saray'daki yeni merkezine taşınmış olduğu sanılan Batu'nun "ordu" suna erişmişti. Oradan hareketle Alan ülkesinden ve Derbent geçidinden geçen Rubrouck, İran'daki Moğol ordusu kumandanı Baycu'nun huzuruna çıktığı Moğan'a varmış, bu arada tercümanı, İran'ın sivil yöneticisi Argun-Ağa ile Tebriz'de karşılaşmıştı. Sonra, Noel'i kutladığı Nahçivân, Erzincan, Kayseri ve Konya'daki Selçuk Sultanlığı'dan geçerek, Küçük Ermenistan'a gitmiş, Lajazzo'da gemiye binerek Kıbrıs Krallığı'na gitmek üzere ayrılmıştır. ]([13])

M.S. 1266 - Ermeni baronluğu ortadan kaldırılmış ve 40.000 Ermeni Tutsak alınarak Suriye ve Mısır’a doğru götürülmüştü

      [Ermenilerin Moğollardan aldığı destekle Memluk topraklarına yaptıkları tecavüzlere son vermek amacıyla, Sultan Baybars 1266 yılında, Şam’a gelerek Kilikya üzerine girişilecek seferin hazırlıklarına başladı. Hazırlıkları tamamlayan sultan, ordusuna yürüyüş emrini verdi. 8 Ağustos 1266 tarihinde Hama meliki II. Mansur’un da bulunduğu Memluk ordusu Seyfeddin Kalavun ve İzzeddin Yugan er- Rügnî komutasında Antakya’nın kuzeyinde bulunan Dersbak kalesini elegeçirdi. Buradan hareket eden ordu, Amanos geçitlerinden Mari yoluyla Çukurova’ya indi. Ermeni hâkimi Hetum, Memluklara direnemeyeceğini anlamış olmalı ki Elbistan ve Göksun taraflarına giderek buralarda bulunan Moğollardan yardım aramaktaydı. Çukurova’ya giren Memluk ordusu Ermenilerin elinde bulunan birçok yeri ele geçirmeye başlamıştı. Bölgenin önemli şehirlerinden olan Misis, Adana, Tarsus ve Ayas fethedildi. Ermeniler bu seferde Memluk Türklerine direnemeyerek ağır kayıplar verdiler. Hatta Memluk kuvvetleri Ermeni Prensi Hetum’un (1226- 1270) oğlu Leon (Lifon) ile onun oğlunu esir aldılar. Hetum’un diğer oğlu Toros ve bir kardeşi de öldürülmüş ve Kont Asitil adıyla anılan Hammus kalesi sahibi -başka bir kardeşi de- mağlup edilmişti. O, kaçmayı başarmış fakat oğlu esir olmuştu. Memluklara karşı çarpışan 12 Ermeni baronunun çoğu öldürülmüştü.

       Baybars esir edilen Hetum’un oğlu ve diğer ileri gelen Ermenilere iyi davranarak onlara izzeti ikramda bulundu. Daha sonrada onları bir hana hapsetti. Memluk ordusu Kilikya’ya girdiğinde burayı terk eden ve Elbistan ve Göksun taraflarına giden I. Hetum, daha sonra Akantz manastırının olduğu dağlık bölgeye gelmiş ve Memluk ordusunun bölgeyi terk etmesini beklemeye başlamıştı. O, Memlukların ülkelerine dönmelerinden sonra ileri gelen Ermeni baronlarıyla toplantılar yaparak esir kurtarma yolları aramaya başladı. Aynı zamanda uğranılan hezimetten dolayı Ermeniler arasında büyük bir üzüntü vardı. Başta I. Hetum’un bir oğlu ve kardeşi olmak üzere birçok Ermeni ileri geleni öldürülmüş, bölgedeki on iki Ermeni baronluğu ortadan kaldırılmış ve 40. 000 Ermeni tutsak alınarak Suriye ve Mısır’a doğru götürülmüştü.] ([14])

M.S. 1270 - Papalık Ermenilere yardım için Katolik Kilisesiyle birleşmeyi şart koştu

      [1266 yılının yazında Memlûk saldırısının olacağını tahmin eden Ermeni Kralı Hetum, Tebriz’e Moğollardan yardım istemeye gitti. Hetum daha ülkesine dönmeden Memluklarla, Ermeniler arasında 24 Ağustos 1266’da cereyan eden savaşta, yaklaşık 40 bin esirle Memluklar Halep’e döndüler. Kral Hetum küçük bir Moğol kuvvetiyle geri döndüğünde veliahdını esir, başşehrini harabe halde buldu. Çukurova krallığı bu ezici yenilgiden sonra kendini toparlayamadığı gibi bundan sonra Asya siyasetinde de pasif bir rol oynamaya mahkûm oldu. Hetum oğlu III. Leon’u esaretten kurtarabilmek için çok uğraştı.   Papalığa ve Batı Hıristiyanlığına müracaat ederek yardım istedi. Ancak Papanın temsilcisi Hetum’un gönderdiği hediyeleri ve bağışları kabul etmediği gibi Ermeni Katoğikos’u Mekhitar’ı dinlemek bile istemedi. Papalık Ermenilere yardım için Katolik Kilisesiyle birleşmeyi şart koştu. Çaresizlik içerisinde kalan Hetum, inzivaya çekildiği Rahip Marcanius adlı bir Fransız manastırında 1270’de öldü. ([15])

M.S. 1281 - ERMENİ kralının askerleri, ARAPLARIN pususunu görmeyerek

      [Baypars döneminde Moğollarla devam eden yoğun mücadele, 1279 yılında Kalavun’un MEMLÜKLER devletinin başına geçmesinden sonra yeniden hız kazanmıştır. Abaka Han 1279 yılındaki seferden bir yıl sonra tekrardan MEMLÜKLER üzerine yönelmiştir. 1281 yılının sonbahar mevsiminde Moğol orduları tekrar SURİYE'ye gelmiş, bunlar Abaka Han’ın kardeşi Mengü Timur'un kumandası altında olan 50 bin kadar askerden oluşuyordu. KİLİKYA ERMENİ Kralı Leon da askerlerini toplayarak ona yardım etmek üzere hareket etmiştir. Kalavun’un başında bulunduğu MISIR ve SURİYE askerleri de savaş için düşman karşısına çıkmıştır. ŞAM hâkimi Şemseddin Sungur da Kalavun ile barışmış olduğu için onunla beraber savaşa katılmıştır. Moğol ordusu 28 Ağustos 1281’de HALEP’e girerek burayı adeta kan ve ateşe boğmuştur. Öncelikle mabetlere saldıran ERMENİLER şehrin camisini içeride bulunan eşyalarıyla yakmışlardır. Sultan Kalavun ise HIMS’a ulaşmış ve burada kendisine çok sayıda TÜRKMEN katılmıştır.([16])

M.S. 1285 - Türkmenler, Kilikya’nın fethine katılarak burada yurt tutmuş, küçük beylikler kurmuş ve bu bölgenin Türkleşmesini sağlamıştır

      [Bu gelişmeler karşısında Abaka’nın, tecrübesiz bir genç olan kardeşi Mengü Timur komutasında Suriye’ye sevk ettiği ve aralarında Ermeni Kralı III. Leon’un askerlerinin de bulunduğu Moğol ordusu, 28 Ağustos 1281’de Haleb’e girerek burayı adeta kan ve ateşe boğdu. Özellikle mabedlere saldıran Ermeniler, şehrin büyük camiini, içeride bulunan eşyaları ile birlikte yaktı. Bu arada Memlûk Sultanı Kalavun ise ordusuyla Hıms’a ulaşmış ve burada kendisine çok sayıda Türkmen katılmıştır.

       Hama ile Hıms arasında 29 Ekim 1281’de Memlûkler ile savaşa tutuşan Moğollar mağlup oldu. Moğol ordularının sağ kolunda yer alan Ermeni askerleri, ordunun sol tarafındakilerin pusuya düşürüldüklerinden habersiz savaşa devam ederken, Moğol ordusunun mağlup olduğunu ve askerlerin kaçtığını haber alınca onlar da çekildiler. Moğol kuvvetleriyle birlikte hareket ederek Müslümanlara karşı gaddarâne bir tutum sergileyen ve Hıms’da Moğollar ile Memlûkler arasında yapılan savaşa azımsanamayacak bir kuvvetle katılan Ermeni kralı III. Leon’u cezalandırmak için Sultan Kalavun’un, Haleb valisine Ermenilere karşı bir akıncı kuvveti göndermeyi emrettiğini görüyoruz (1283). Bölgeyi yağmalamak için bu buyruğu bir fırsat bilen Haleb emîri, yaklaşık 700 kişiden oluşan bir akıncı kuvveti ile Haleb’den ayrıldı ve Mayıs 1283’de Ermeni topraklarına girdi. Yönlerini Ayas’a çeviren Memlûk askerleri, şehri ahaliden boşalmış buldu ve tamamen yağmaladılar. Son Memlûk saldırılarının sonucunu da gören III. Leon, Sultan Kalavun ile bir antlaşma yapmanın yollarını aramaya başlamıştır. Sultan Kalavun, Ermeni Kralı’nın isteğine olumlu cevap vermiş ve 1285 yılında görüşme yapılmasını kabul etmiştir. Yapılan görüşmeler sonucunda 7 Haziran 1285’den geçerli olmak üzere on yıl, on ay, on gün, on saatlik bir barış antlaşması yapıldı.

      Ancak Ermeni Kralı III. Leon, bu durumu Argun Han’a şikâyet edince, Moğol birlikleri ile Sultan II. Gıyaseddin Mesud (1284-1296–I. Sultanlığı) ve Sahip Ata birlikte Karamanlılara karşı harekete geçtiler. Bu birleşik kuvvetler 1288 yılı başlarında Larende şehrini ve Karaman ülkesini tahrip ettiler. Bundan sonraki dönemde Kilikya Ermeni Krallığı’nda sık sık kralların değişmesi ve meydana gelen iç karışıklıklar, Çukurova’nın, gerek Türkmenler, gerekse Memlûkler tarafından hızla işgal edilmesini ve Türkleştirilmesini kolaylaştırdı. Karamanlılar, Mut ve Silifke yolu ile devamlı olarak Ermeni beldelerini aldılar. Böylece Ermeni Krallığı toprakları, Selçuklular’dan sonra Karamanoğulları, Memlûkler ve Türkmenler tarafından ele geçirildikçe Türkmenlerle doldu. Çukurova’yı XV. asırda ziyaret eden Fransız seyyahı Bertrandon de la Broquière, bu havalinin hep Türkmenler tarafından iskân edildiğini söyler. Çukurova’ya yerleştirilen Türkmenler arasında Oğuz boylarına mensup Üç-ok ve Boz-ok kollarından Afşar, Bayındır, Kınık, Döger, Bayat, Beydili, Üregir boyları, Ağaç-eri ve Varsak aşiretleri bulunuyordu. XIII-XV. yüzyıllarda Şam Türkleri (yahut Türkmenleri) umumî adıyla anılan bu Türkmenler, Kilikya’nın fethine katılarak burada yurt tutmuş, küçük beylikler kurmuş ve bu bölgenin Türkleşmesini sağlamıştır.] ([17])

DEVAM EDECEK

 

[1] Dilârâ Uslu - The Times Gazetesine Göre Türkler ve Ermeniler (1918-1919)

[2] Prof. Dr.Mehmet Tezcan, Tarihte Türkler ve Ermeniler, T T K Yayınları, I. Cilt, IV/A-15. Dizi-Sayı 1, Ankara, 2014, s, 173

[3]  Erhan Afyoncu, Ermeni Meselesi Üzerine Araştırmalar,  s, 1–2

[4] Prof. Dr. Mehmet ERSAN-Türk-Ermeni İlişkileri (XI-XIII. Yüzyıllar)

[5]   Yrd. Doç. Dr. Ali İPEK-Sultan Alp Arslan’ın Ani Ermenilerine Karşı Tutumu

[6]   Prof. Dr. Ali Sevim, Selçuklu-Ermeni İlişkileri, s, 23–24–25

[7]   Prof. Dr. Mehmet ERSAN- Türk-Ermeni İlişkileri (XI-XIII. Yüzyıllar

[8]   Prof. Dr. Ali Sevim, Selçuklu-Ermeni İlişkileri, s, 21–22–23

[9]   Tarih II, Orta zamanlar T.T.T. Cemiyeti Tarafından Yazılmıştır, 1933, s, 233

[10]   Kemal TAŞCI-Selçuklular Zamanında Van Gölü Havzası (1018-1243)

[11] Süleyman Özbek-Türkiye Selçuklularının Çöküşünde Sebep Sonuç İlişkisi Yassıçemen’den Kösedağ’a

[12] Claude Cahen,  Osmanlılardan Önce Anadolu, s, 81–82–83–84–85

[13] Renê Grousset, Bozkır İmparatorluğu, s, 272-273

[14] Doç. Dr. İlyas GÖKHAN- Memluk- Kilikya Ermeni Siyasî İlişkileri

[15] Prof. Dr. Salim CÖHCE-Ermenistan’ın Tarihî Coğrafyası ve Ermeniler 

[16] Mustafa AKKUŞ- İLHANLILARIN ANADOLU’DAKİ DİNİ SİYASETİ

[17] Prof. Dr. Mehmet ERSAN - Türk-Ermeni İlişkileri (XI-XIII. Yüzyıllar)

Kenan Mutlu Gürses


Kenan Mutlu Gürses © 2011 - 2024 Her hakkı saklıdır. Başa Dön