30 Mayıs 2013
Gençliğimiz de, heveslerimizin, beklentilerimizin, bütün arzularımızın yerine gelmesi, bize sunulması yönünde talep ve ısrarlarımız karşısında bilhassa rahmetli ANNEM, ‘’BAŞINIZA MERTEK DEĞSİN’’ ondan sonra derdi. Biz bunun anlamının, askerlik hizmetini yerine getirmek olduğunu, ancak askerlik çağımız gelince anladık. Gelin görün ki, bir nesil, sorumsuzca, bilgisizce, bir şeylerin ucundan körü körüne tutunarak, kendilerince yaşayıp gidiyorlar. Şayet öğrenmek istiyorsanız, onlara hangi TÜRK ve Dünya klasiklerini, hangi dinden olursa olsun, maneviyat dünyaları hakkında neler okuduklarını sormayı ihmal etmeyin.
Mesela, Musevi, Hıristiyan ve Müslüman gençlerinden herhangi birine sorar mı sınız; Ernest Renan kimdir diye. Bakalım ne cevap alacaksınız!
Namık Kemal, Ernest Renan için ‘’Renan Müdafaanamesi’’ adlı eserinde bakın onun düşüncelerine nasıl karşı çıkıyor. ‘’Engizisyon kötülüklerini tenkit ede ede, her fenalığı dine bağlayan ve her dini aynı meziyette vehmeden münkir. Üstelik ele aldığı konuyu hiç de bilmemektedir. Nasıl olur denilebilir, bir Şark dilleri mütehassısı, bir akademi azası İslam’ı nasıl bilmez? Bilmez, Avrupalı Şarkı bilmez’’ diyor.
Biz her şeyi, her şeyi bırakın kendi DİNİMİZİ ne kadar biliyoruz? Kendi cehaletimizin boyutlarını vurgulamak üzere; Muhyiddin Arabî’yi, İbn Batuta’yı, İbn Cübeyr’i, İbn Bergi’yi, İbn Teymiyye’yi, İbn Bibi’yi, İbn Dokmak’ı, İbn Haldun’u ve Farabi’i, onların eserlerini bilmediğimiz için, çocuklarımıza anlatamadığımızı da itiraf etmiştim. Sadece bunlar mı? Bernard de Mandeville’yi, Schopenhauer ve Kant’ı da bilmediğimizi söylemiştim.
Necip Asım’da, 30 Temmuz 1921 Tarihli İKDAM Gazetesi’nde: ‘’ Şimdi İslam dinini hakkıyla anlamak için bir İslam âlimi; dinler tarihi, felsefe tarihi, Siyer-i Nebevi, Esham-ı Güzin’in hal tercümelerini, Tabaat’ı, Fukahâ’yı, Müfessirin’i, Fıkıh, tefsir, hadis, kelâm bilmezse âlim olabilir mi? Dinler tarihi için Türkçede, Arapçada hangi eserlere müracaat edeceğiz. Dinleri mukayese için nazil olmuş kitapla değil, insanların taşlara, ağaçlara, hayvanlara tapındıkları zamandan bu zamana kadar ulûhiyet fikrinin bütün safhalarını anlamak için nereye müracaat eyleyeceğiz?’’ ‘’Kelâm ilminde Âlem’in hadis olduğunu ispat edip duruyoruz. Bilmiyoruz ki, bu kaziye bugün delil’e, buhrana muhtaç olmuyor. Mütearife kabilindendir: verdiğimiz emek, havanda su dövmeğe benzer’’ diyor.
Acaba bugün, peşinden koşulan cemaat liderleri, tarikat önderleri, onlara İRADELERİNİ teslim eden müritler bunlardan ne kadar haberdarlar?
Dini konularda olduğu gibi, MİLLİYETÇİLİĞİMİZ’DE farklı bir noktaya taşınamamıştır. Bugün mademki, İKDAM’LA başladık onunla devam edelim.
Ahmet Cevdet’de, 29 Nisan 1922 Tarihli İKDAM Gazetesi’nde: ‘’Adriyatik Denizi’nden Basra’ya kadar, TÜRK saltanatı vardı. Milliyet iddiası bize bunu kaybettirdi diyenler, biraz daha evveline göz atmalıdırlar. Viyana’ya kadar memleketler bizde değil miydi? Macaristan bizim değimliydi? Kırım ve Polonya’nın bir kısmı, Soğucuk, Nogaistan bizim değil miydi? Romanya bizim değil miydi? Bulgaristan bizim değil miydi? Tebriz ve Acemistan havalisi bizde değil miydi?
Acaba bu yerler, bizim elimizden neden çıktı?
Eğer bu sebepleri izah etmeyi bilirsek, işte o zaman Adriyatik Denizinden Basra’ya kadar olan yerlerin neden elden çıktığını da izah etmiş oluruz.
Eğer Türkler vaktiyle MİLLİYETÇİLİĞİ idrak etmiş olsalardı, idare merkeziyeti usulünden vazgeçerler, her yere muhtariyet verirlerdi. Neden sonra ve pek geç ‘’Yemen’e yaptıkları gibi’’ diyor.
Varın, bütün yaşadıklarımızı, bir de kendi pencerenizden değerlendirin.
Demek ki, hala, ‘’BAŞINA MERTEK DEĞMEYENLER’’ var.
Kenan Mutlu Gürses