01 Nisan 2014
Kardeşliğimiz, arkadaşlığımız, dostluğumuzun üzerinden kaç yıl geçti bilmiyorum. Doğrusu hatırlamak da istemiyorum. O’nun ölümüyle, arkadaş halkamızdan en değerlilerden bir tanesi daha kaybolmuş bulunuyor. Beyefendilik liyakatını üzerinde taşıyan bir dostu, vefakâr bir insanı kaybettik. O’ vefat etti.
Kendi erdemlerinin ötesinde, kendi toprağı Gümüşhane’den, sanki asırlık geleneklerin kopmaz kökleriyle, bu toraklarda yani Erzincan’da birçok şeyleri birleştiriyordu. Bu toprağa, çözülmez bağlarla bağlılığını, o nu her davranışıyla perçinlediğini, bilmem ki nasıl anlatsam?
Yaşadıkları, yaşadıklarımız yazmakla biter mi? İki yıldır devam eden hastalığı süresince, yaptıklarını, tedavilerini, hastanelerde yaşadıklarını nasıl anlattığını, merak ve üzüntüleri nasıl aşmaya çalıştığını da anlatamam ki.
Yaşamak için inancı, yaşamak için direnci, yaşamak için tedavi süresinde gösterdiği bilinci de anlatamam.
Ölüm…Ebedi bir yokluk. Ölüm…’’Her faninin tadacağı’’ bir son… O gece… O telefon…Hiç bu kadar eleme gark olmamıştım. Bütün arkadaşlarımızla O’nu, bir defa da 1992 depreminde, bir kaybedip, bir bulmuştuk. O’ bize yeniden bağışlanan bir dosttu. O’ arkadaşlarımız arasında müstesna bir yeri olan en efendimiz idi. O’nun ifadesiyle ben O’nun Büyük Efendisi idim.
O’ kendi dünyasında ne fırtınalar yaşamış, nelerle, kimlerle ne mücadeleler geçirmişti. Hiç birinde pes etmemiş, bir yol bularak mutlaka, başarmasını, başarılarıyla mütenasip yaşamasını bilmişti. O galibiyetlerin sonuncusunu yaşayamadı. Ne diyorlar; hastalığa yenik düştü. Bu yenik düşmek değil, bu yenilmek değil.. Bu O’nun ömür çizgisi, Takdiri-İlahinin tecellisi idi.
Bircan’ı anlatmakla bitiremem ki. O biraz Ergân Dağı, O biraz Altıntepe, O biraz Pelitlibel, kısacası O Çağlayan’dı. Sofralarımız da ki, sıcacık ses idi.
O’ ‘’Kimseye etmem şikâyet’’derken; nihavendi, ‘’Bu gönül ne gül de, ne gülşen dedir’ derken; kürdili-hicazkârı, ‘’Günüm şen, hatıram şen’’ derken; karcığarı, ‘’Belki bir sabah geleceksin, lâkin vakit geçmiş olacak’’ derken; rastı, hissederek, bilerek söylüyordu.'' Gıran’dan aşma''yı söyleyen de O, bu yalan dünyayı aşıp giden de yine O oldu.
O’ bazen derinlere dalıp giden, bazen kendi içinde gergin, bazen düşünen, bazen durgun, bazen şen, bazen konuşkan, ama her zaman BEYEFENDİ, her zaman efendi idi.
Ölüm, sevgimizden, dostluğumuzdan, kardeşliğimizden hiçbir şeyi azaltmazken, O’nun sadece uzanıp dokunamayacağımız sıcaklığını alıp götürdü.
İbrahim Alâattin Gövsa, bir şiirinde;
‘’ÖLÜMÜN SIRRINI DÜNYACA DÜŞÜNDÜK DURDUK,
NE GELENLERDE HABER VAR, NE GİDENLERDE BİR İZ,
ÖYLE BİR MUCİZE İNSANDI Kİ KAYBETTİĞİMİZ
MAVERÂDAN BİZE SESLER VERECEK, DİNLEYİNİZ!’’
Dizelerindeki ifadeyi BİRCAN EKİNCİ için kullansam, acaba çok mu abartmış olurum. Ona da siz karar verin.
Ölüm...Demek ki bu....
Nur içinde yat…Mekân’ın CENNET olsun, Sevgili BİRCAN, Sevgili kardeşim......
Kenan Mutlu Gürses