30 Haziran 2018
Sayın
Rav İsak Heleva
Türkiye Musevileri Hahambaşı,
Mensup olduğunuz Museviliğin, biz Müslümanlarca Hak din olarak kabul edildiğinin altını çizerek, kalemim döndüğünce düşünce ve talebimi tarafınıza aktarmak istiyorum.
Dünyanın genel değerlendirmesi içerisinde, Yahudiliğin inanç değerlerinin yanında etnik kimliği de bünyesinde barındırdığı ifade edilmektedir. İslâmiyet ve Hıristiyanlıkla ayrışan, aynı kutsal toprakları paylaşmakla benzeşen, manevi değerlerimize bakışımızla karşılıklı olarak aykırı kavramlara sahip, fakat aynı coğrafyanın çoklukla sıcak ilişkileri yaşamış insanlarıyız.
Ayrışan ve aykırı kavramlar ifadelerime izninizle açıklık getirmek istiyorum;
Tarihin derinliğinden, günümüze kadar taşınan söz konusu sıcak ilişkimizin en tutarlı yönünü, biz Müslümanların; Kur’an-ı Kerim’den hareketle, inancımızda “Şüphe yok ki Musa’ya Tevrat’ı verdik, ardından bir takım peygamberler gönderdik. Meryem oğlu İsa’ya apaçık deliller verip onu Rûh-ül Kudüs’te kuvvetlendirdik (2/87)(…), “Tuttular da Süleyman’ın saltanatı aleyhine, şeytanların kapıldıkları şeylere uydular. Hâlbuki Süleyman kâfir olmamıştı, şeytanlar kâfir olmuşlardı” (2/102) “Deyin ki; Allah’a, bize indirilen kitaba, İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakup’a, Yakup’un oğullarına indirilenlere, Musa’ya, İsa’ya ve peygamberlere rablerinden verilene inandık, onların hiçbirini öbüründen ayırt etmeyiz ve biz, Allah’a teslim olanlarız” (2/136) hükümleri ile Hz. Musa ile Tevrat’a göstermiş olduğumuz saygıyı, sizin de değerlendireceğinize inanıyorum. Öz de böyle mi? Bunula birlikte; Asur, Babil, (Khaldeliler) Pers, (Ahamenişler), Grek, Roma, Hıristiyan Bizans, Sasani, Abbasî, Emevi, Müslüman Arap, Osmanlı ve Avrupa milletleriyle yaşanmış yine karşılıklı olumlu ve olumsuzlukları da göz ardı etmediğimin de altını çizmek istiyorum. [1]
Sayın Isak Heleva,
Buradan, Hz. İbrahim’e iletilen vahiyi’ den hareketle Ken’an topraklarına, yani bugün ifade ettiğimiz tanımıyla Filistin’e gelmek istiyorum. Ken’an toprakların da başlamış kuraklıkla, 430 yıl süren Mısır yolculuğunu, Hz. Musa ile tekrar Sina Dağı’na dönüşü, firavunların yönetimini, köleleştirilen İsrail oğullarını, onların Ken’an topraklarına girememiş olduklarını, Hz. Musa’ya isyan dönemini, Hz. İbrahim, Sina ve Tevrat, II. Mâbet ile Talmud, Hz. Musa’ya isyan, 40 yıl çöle mahkûm olmak, Davud ve Süleyman Krallığı, Süleyman dönemi, Kudüs’te mâbet inşası, Ahid sandığı, Süleyman’ın ölümü, Yahudilerin ikiye ayrılması, Asurluların işgali, İsraillilerin sürgünü, Tevrat’a tekrar dönüş, Mâbedin 2. defa yapılışı, sonra Romalılar tarafından yıkılışı, Grek yönetimi, Yahudilerin Helenleşmesi, İskender’in Filistin’i işgali, Yahudilerin, Selevkoslar tarafından yönetilmesi, Roma yönetimine bağlanmak, Roma döneminde sürülen Yahudilerin Hz. Ömer döneminde Filistin bölgesinde tekrar imkâna kavuşması, Selahaddin Eyyubi’nin Yahudilere yardımı, Endülüs Emevi dönemi, Abbasi devri, Karailik, Pers-Sasani, Babil Yahudiliğinin yükselişi vd. tarihin derinliğindeki manevi dünyayı size hatırlatmak sanırım saygısızlık olur. [2]
Haddimi aşmak-aşmamak bir yana Medine Vesikası ile başlamış ve yaşamış olduğumuz sıcak ilişkinin başlangıç noktasına da değinmeden geçemeyeceğim. Bildiğiniz gibi, MEDİNE VESİKASI; İslâm tarihinde farklı kavimlerin ve inançların bir arada yaşayabilmelerinin kapısını açmıştır. İslâm Peygamberi Hz. Muhammed’i HİCRET’E zorlayan nedenler, teoloji dünyasında ayrıntıları ile bilinmektedir. O’nun, tabanda MEDİNELİLİK, tavanda ise kendi otoritesinin esas alındığı bir devlet çatısı altında,kavimleri birleştirmeyi hedeflediğini biliyoruz.
Hz. Muhammed, siyasi egemenlik konumunda olmayan, ancak kadim bir inanç geçmişi ve nüfus üstünlüğüne sahip, fakat kabile kavramının ötesine geçememiş Yahudilerin varlığını bilmekteydi. Ayrıca, o günün Medine şehrinde, Mekke’de olduğu gibi, müşrikler, şirk inancını benimsemiş Araplar, Evs ve Hazrec kabileleri, Menat Putuna bağlılıklarıyla ibadetlerini tamamlamış kabul eden topluluklar vardı. Bu şirk içerisindeki müşrikler, Yahudileri, refah, zanaat, nitelikli hayat ve dinî kültürleri nedeniyle de takdir ediyor ve hayranlık duyuyorlardı.
Ancak Müslümanların güç kazanmaya başlaması, Yahudilerin konumlarını kaybetme endişesi, her türlü politikayı deneyen, çift yönlü siyaset izleyen bir zümrenin ortaya çıkmasını doğurmuştu. Medine’nin genelde sahip olduğu tevhit inancında, nitelik ve nicelik açısından güçlü olmayan, Yahudilerle birlikte şirk inancına karşı duran, putları reddeden Hıristiyan azınlığı da unutmamalıyız.
Bu tabloda Müslümanlar, Yahudi, Hıristiyan, müşrik, şirk peşinde koşan münafıklarla da sosyo-kültürel birliktelik içinde olmak durumundaydılar. Medine şehir devletinin ilk adımları atıldığında, Hz. Muhammed’in İslâm’ı yaymak çabaları, Mescid-î Nebevinin yapılması, toplumda üstünlük sağlaması, bu üstünlüğe, dinî ve kültürel üstünlüğe sahip Yahudilerin kıskançlığını ortaya çıkarmıştı. Fakat O’nun birliktelik içinde hareket etme isteği, siyasal bütünleşmede tek etken olmuştur. İşte bu bütünleşme MEDİNE VESİKASI’NIN imzalanması ile sağlanmıştır.
Medine Vesikası ’nın imzalanması hakkında farklı görüşler ortaya konulmaya çalışılsa bile, bazı Yahudiler, özellikle Kaynukaoğulları’nın meydan okumaları, Nadiroğulları’ndan Ka’b b. Eşref’in davranışları, Bedir Savaşı gibi bazı tereddütlere rağmen sonucu değiştirmemiştir. Burada değindiğim veya değinmediğim konular her ne olursa olsun, diğer kavimlerle birlikte Müslümanlar ile Yahudiler aynı belgeyi, bir arada yaşamak için imzalamışlardır. Böylece, Medine vatandaşlığında birleşen, Mekke müşriklerini müşterek düşman kabul eden, siyasî, sosyo-kültürel ve ekonomik birlikteliği de sağlamışlardır. En önemlisi, Müslüman, Yahudi ve Hıristiyanların dinlerini özgürce yaşamasını temin ederken, her yönüyle eşitlik, aidiyet, mali mükellefiyetlere de önem verilmiştir.
Ve Hz. Muhammed, Yahudilerle aynı metin üzerinden ve aynı ortamda dayanışma ve paylaşım içine girip, gayr-i Müslimlerle kanuni ve fiili anlamda ortak hayat ve hareket noktasını sağlayan, imkân ve ihtimalleri birlikte kullanmayı temin etmiştir. [3]
Diğer tarafta VIII. Yüzyıla geldiğimizde, Endülüs Medeniyetini ortaya çıkaran Müslüman-Yahudi birlikteliği değil miydi? Aynı hocaların rahle-i tedrisinden geçen, Arapçayı Müslüman öğrenciler kadar konuşan ve yazan Yahudi öğrencileri, onların Endülüs de bilimin yükselmesi için yaptıklarını nasıl unutacağız? Ne Tevrat, ne Mişna, ne Talmud, nede Ussyhkin ile Dr. Weizmann’ın şahsında vücut bulmuş siyonizm, siyasi didişmeler, hiçbiri övgülerim ve yergilerimin içerisine, pencerelerimden giremiyor. Yeterki, kardeşce ve birlikte yaşayalım...
Söyler misiniz; 1496 yıl önce manevi dünyalarımızı da kapsayarak başlayan bu birlik ve beraberlik neden bozulmuştur? Bunu karşılıklı nasıl açıklayabiliriz?
Sayın Isak Heleva,
Kutsal topraklardan günümüze, bozulan birliktelik üzerine ayrıca değerlendirme fırsatını bulacağımızı umarak, Ermenilerin mesnetsiz iddialarına, İsrail Devleti’nin zaman zaman tarafı olmaya soyunduğu sözde Ermeni Soykırımına gelmek istiyorum. Her ne kadar, Knesset de Tamar Zandberg’in “Sözler ve gecikmelere rağmen ve Türk seçimlerinin geride kalmasına rağmen, hükümet ve koalisyon Ermeni soykırımını tanımayı reddediyor” açıklaması yapılmış olsa da, size geçen iki aylık safahatı aktarmak istiyorum.
İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun oğlu, Yuri Netanyahu Facebook’da, “Türkiye’nin Ermeni sözde soykırımından sorumlu olduğunu” söylüyor. Yetmiyor, Türkiye’nin Kıbrıs’taki inanılmaz acımasızlığından, Yunanlılar ve Kürtler gibi Ermeni soykırımı karşıtı eylemlerden sorumlu olduğunu vurguluyor. Bununla da yetinmeyerek, Türklerin, günümüz Türkiye’sini yasa dışı olarak işgal ettiklerini yazıyor. [4]
Ne coğrafi, ne de tarafı olmadığı olamayacağı bir konuyu devamlı kaşımaya devam eden Ermenistan’ın, Ermeni Ulusal Kudüs Komitesi üyesi Noyemi Nalbandyan, “Knesset’in sözde Ermeni soykırımını tanımasının, Ermeni cemaatini mutlu ettiğini, İsrail’in siyasi bir adımı olarak Ermeni Soykırımı’nın tanınmasıyla ilgili yasa tasarısını yürürlüğe koyduğunu, Ermeni Soykırımı meselesi bir oyun kartı haline geldi, Türkiye’nin insanlığa karşı bir suç işlediğinden beri soykırımın tanınmasını istiyoruz,” açıklamasını yapıyor. [5]
Yahudi gazeteci ve yazar Zev Chafets’in Bloomberg tarafından yayınlanan makalesinde bakın kısaca ne diyor; “Türkiye geçtiğimiz hafta büyükelçilerini geri çağırdı. Bu karar, İsrail güçlerinin Gazze sınırını geçmeye çalışan 60 Filistinli protestocuyu öldürmesine tepki olarak geldi. Türkiye Cumhurbaşkanı, İsrail’in yaptığını, Türk televizyonunda “soykırım” olarak adlandırdı. İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu Twitter da geri adım attı.” “Erdoğan’ın saldırısının hem Washington hem de Kudüs’te, tarihçilerin ve birçok hükümetin, Türkiye’nin inkâr etmeye devam ettiği gerçek bir soykırımı tanıma konusunda on yıllarca süren bir ret kararını kırmak için beklenmedik bir fırsat penceresi açtı.” Dedikten sonra; 1. Dünya Savaşı, Osmanlı Halifesi, Ortadoğu tarihi, Fransa, Cezayir, Almanya, Angela Merkel, 30 ülkenin sınıflandırdığı “sözde” soykırımını İsrail ve ABD’nin bunlardan olmadığına atıf yapıyor. Yaptığı atıflara devamla, ABD’deki Ermeni cemaati, Türk lobisi, ABD başkanları, “Ermeni Anma Günü” “İsrail’in Filistinlilere karşı yürüttüğü soykırım eylemlerine karşı suç ortağı, Trump’un şimdi verebileceği en iyi cevap, Ermeni Soykırımı’nı resmen tanıyarak Amerikan liderliğini göstermek olabilir.” diyor. Olumlu veya olumsuz olarak, sonra da; Likya Partisi’nden Amir Ohana, Siyonist Birlik Partisi’nden İtzik Şmuly, İsrail düşmanı Arap mahallesi, İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, İslâm dayanışması, “Büyük ve Küçük Şeytan” yani ABD ve İsrail, Polonya, Wehmacht memurları konularına değinerek “Yine ’de Netanyahu’nun sözleri olmadan hiçbir şey değişmeyecek” “Netanyahu stratejik bir düşünürdür ve Türkiye de öyle ya da böyle değil, şimdi devam eden bölgesel taht oyunlarında bir oyuncudur. Ermeni Soykırımı’nı ancak amaçlarına uyduğunu düşünürse resmen tanıyacaktır. Bu yanlış bir sebep olabilir. Ama bu tartışmada, hem İsrail hem de ABD için hem ulusal çıkar ve ahlaki zorunluluklar mükemmel bir şekilde uyumludur. Fanatiklere karşı savaşta gerçek, güçlü bir silahtır.” diyerek bitiriyor. [6]
Her ne kadar, size öz olarak aktarmaya çalıştığım konu ile bağlantısı olmasa da, İsrail Devleti’nin Türkiye’ye karşı olumsuz bakışını değerlendireceğinizi umduğum şu teşebbüsü de aktarmak isterim.
Tel Aviv yönetimi, Kürtlerin, İsrail karşıtı duyguların yüksek olduğu Suriye, Irak ve Türkiye içindeki rejimi destekleyen bağımsız bir devlet kurmasına yardımcı olabileceği yasa tasarısının Knesset’e, Likud ve Yisrael Beiteinu tarafından sunulduğunu İsrail radyosu açıklıyor. Tasarının, Kürt devletinin tanınmasının İsrail’in çıkarlarına olacağını ve Tel Aviv’deki rejimi de destekleyeceğini milletvekili Yoav Kish ifade ediyor. Ve devamla; "Türkiye, Suriye ve Irak'ta bir Kürt azınlığı var. Bütün bu ülkeler İsrail'e düşman ve bölgeyi de etkileyen İran'ı da kesinlikle ekliyor. Bu yüzden Kürtleri güçlendirmemiz ve sonuçta yol açacak bir süreci yönetmemiz gerekiyor. İsrail'i destekleyen bağımsız bir Kürt devletinin kurulması " "İsrail'in kuzey Irak'taki Kürt bağımsızlığına yönelik hareketleri ilk kez kutlayan ilk neden olduğunu" söyledi.
Kürdistan, Irak'ın komşuları, İran ve Türkiye başta olmak üzere tüm uluslararası toplumun güçlü eleştirilerine karşı Eylül 2017'de Irak'tan ayrılma konusunda bir referandum düzenledi. İsrail, Kürt plebisitini destekleyen tek varlık oldu.
Oylamaya giderken, İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu'nun ofisi de Tel Aviv'in "Kürt halkının kendi devletini elde etmek için meşru çabalarını" desteklediğini söyledi. [7]
İsrail'in 2017 yılında Irak Kürdistanı'ndan ham petrolün en büyük alıcısı olduğu bildirildi. İsrail şirketleri, özellikle enerji, inşaat, telekomünikasyon ve güvenlik alanlarında da yarı otonom bölgede yatırımlar yaptılar.
Knesset'in Çarşamba günü 20. yüzyılın başlarında Türkiye 'nin Osmanlı İmparatorluğu tarafından Ermeni Soykırımı'nı resmen tanıyacak olan yasa tasarısı üzerinde bir tartışma yapıp yapmayacağını tartışacak.
Kaynağa göre, geçtiğimiz hafta Gazze'de meydana gelen olaylarla ilgili olarak, İsrail ile Türkiye arasındaki artan sürtüşme ışığında, koalisyon üyeleri arasında tasarı büyük olasılıkla destek görecek. Türkiye geçtiğimiz hafta büyükelçilerini Amerika ve İsrail'den geri çağırdı. Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan İsrail'i “ apartheid devlet” olarak adlandırdı ve İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu'ya insanlık hakkında bilgi edinmek için “On Emri oku” talimatını verdi. İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu Twitter'da geri adım attı: “Bana ahlakı vaaz etmemesini tavsiye ediyorum.” dedi.
Muhalefetteki Siyonist Birlik Partisi, iktidardaki Likud Partisinin Amir Ohana ve İtzik Şmuly'in iki üyesi Knesset, İsrail'in Ermeni meselesinde sessizliğini sona erdirmek için yasa koydu.[8]
Kudüs Ermeni Dava Grubu üyesi Noyem Nalbandyan; 23 Mayıs 2018 de Knesset’te Ermeni Soykırımı’nı tanıma yasa tasarısı görüşmelerinin ardından yasa tasarısının son görüşmesinin 30 Mayıs’ta yapılması yönünde karar alındığını bildirdi. İsrail Parlamentosu Başkanı’nın da İsrail’in bu konuyu ertelemesinin ayıp olduğunu vurguladı. Ve 30 Mayıs’ta Soykırımı’nın tanıma kararı nihayet kabul edileceğini ümit ediyoruz dedi. [9]
Ermenistan Dışişleri Bakanı Zohrab Mnatsakyan değerlendirmesinde; “ Durumun gelişmesini takip ediyoruz. Ancak soykırımın tanınma konusunu çeşitli açılardan değerlendirmemiz gerekiyor. Öncelikle bu girişim dünyada soykırımların önlenme sürecinde bir katkıdır. Demek ki bu sadece bizi değil tüm dünyayı ilgilendiriyor” ifadelerinin altını çizdi.[10]
Son zamanlarda Ermeni Soykırımı üzerine tartışmalar İsrail’de farklı düzeylerde, İsrail Eğitim Bakanı’nın soykırımın tanınması için çağrıda bulunması gibi hareketlendi. Yair Netanyahu açıklamasında “ doğal olarak, soykırımın tanınmasına yönelik herhangi bir adım, memnuniyetle karşılanır, ancak bu tür adımların sadece bir üçüncü tarafa mesaj göndermek için alındığı kabul edilemez. Başka bir deyişle Ermeni soykırımının tanınması meselesiyle yapılan manipülasyon Ermenistan ve tüm Ermeniler için haklı ve kabul edilebilir değildir.
Bu tür manipülasyonların İsrail tarafından yapılan ilk şeyler olmadığı belirtilmelidir. O günlerde Türk-İsrail ilişkileri yine çok gergin. Gazze yakınlarındaki 14 Mayıs’ta İsrail ordusuyla Filistinliler arasında çatışmalar yaşandı ve bu sayede insanlar öldürüldü. Türkiye, Ankara Büyükelçisini ve İsrail Meclisi’ni ve İsrail’de Türkiye Büyükelçi’ni geri gönderdi. Bu tür gelişmelerin arka planında Türkiye’yi gergin ve belli bir şekilde, “tehdit” etmek için, İsrail eski aracını tekrar Ermeni Soykırımı’nın tanınması konusu olan Ankara’ya karşı kullanmıştır.
Ermeni soykırımının tanınması ve kınanması, Ermenistan Cumhuriyeti’nin ve tüm Ermenilerin öncelikleri arasında yer aldı. Böylece manipülasyonları gerçek kaygılara neden olur ve bu yönde adımlar atmaktan daha fazla acil hale gelmiştir. Bu bağlamda, RA yetkililerinin kapalı kanallarla da İsrail’le ilgili çalışmaları yürüttükleri önemlidir” değerlendirmesi yapıldı.[11]
Bu arada, Ermenistan’ın İsrail’in Ermeni Soykırımı’nı tanıması konusundaki tavrını görmekteyiz. Ermenistan Dışişleri Bakanı Zohrab Mnatsakanyan 25 Mayıs 2018 günü gazetelere verdiği demeçte, “Ermeni Soykırımı’nın İsrail tarafından tanınmasının başta ve en önemlisi soykırımların önlenmesine yaptığı katkılardan kaynaklandığını” söyledi.
Sputnik Armenia, Mnatsakanyan’ın sözlerini şöyle sürdürüyor; “Bu konu sadece bizi değil, tüm insanlığı ilgilendiriyor ve soykırımların önlenmesi için önemli bir işaret.” Ermenistan dış politika sorumlusu İsrail’deki süreçleri yakından takip ettiğini, ancak Ermenistan’ın Knesset’ten belirli beklentileri olup olmadığı sorulduğunda somut bir yanıt vermediğini söyledi. Mnatsakanyan, soykırımın uluslararası tanınmasının Ermenistan’ın dış politikasının bir parçası olduğunu söyledi. “Başbakan’ın bu hedefin önemini teyit ettiğini duydunuz” dedi.
İsrail Knesset, Ermeni Soykırımı’nı tanıma koşunda, Meretz’in Başkanı Tamar Zandberg’in konuyu gündeme dâhil etme konusundaki hareketini onayladıktan sonra oy verecek. Zandberg’in ofisi, 29 Mayıs Salı günü eşi benzeri görülmemiş bir oylama tarihini hedefliyor. 2015 yılında Knesset, Ermeni Soykırımı’nı tartışmak için gündeme ilişkin bir hareketi onayladı ve bu da Eğitim, Kültür ve Spor komitesinin onu tanımasıyla sonuçlandı. Zandberg’in hareketi plenumda bir tartışma çağrısında bulunduğundan farklıdır, oyu, tüm Knesset’in pozisyonunu temsil eder.” dedi.[12]
Mayıs 2018’in son günlerine yaklaştığımızda; İsrailli milletvekilleri Ermeni “sözde” soykırımı oyalamasından önce direniş çağrısında bulundular. Türk Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hami Aksoy 25 Mayıs Cuma günü yaptığı açıklamada; İsrail’in 1915 olaylarını II. Dünya Savaşı’nda Holokost ile aynı seviyeye getirdiği gerçeğinin kendisini yaralamasına yol açacağını” söyledi.
Yorum, Knesset’in Osmanlı İmparatorluğu’nun tahmini 1,5 milyon Ermeni’yi öldürdüğü 1. Dünya Savaşı sırasında Ermeni Soykırımı’nı tanımayı tartışmak üzere gündeme bir hareket eklemeyi seçmesinden iki gün sonra geldi. Knesset’in 29 Mayıs’ta tanınması bekleniyor. Buna ek olarak, Shmuly ve Likud MK Amir Ohana da benzer bir etkiye sahip bir yasa tasarısı sundu.
Aksoy’un açıklamasının aksine, Knesset’teki tanınma savunucuları söz konusu konuşmalarda ve mevzuatta “holocaust” terimini kullanmamışlardır. Bunun yerine “soykırım” dediler.
Ohana, Türk Dışişleri Bakanlığını “Yahudi halkının Holokost ’unun ciddiyetini ve tekliğini ucuzlatmaya çalışmak için Holokost sözcüğü kullanarak alaycı ve şeffaf bir şekilde” suçladı. Ohana, “Ben ve arkadaşım MK Shmuly bu terimi kullanarak kasıtlı olarak kaçınılır” diye ekledi. “Kullanmayı tercih ettiğimiz Ermeni Soykırımı, kendi içinde bir felakettir. Tarihin tanınmasının Türkiye için rahatsız edici olduğu açıktır, ama sadece geçmişin sevmediği için silinebileceği veya bükülemeyeceği anlamına gelmez.”
Aksoy’a yanıt veren Smuly, “Türkler tarafından ölüm yürüyüşlerinde, gazla ve toplama kamplarında 1,5 milyon Ermeni katledildi ve eğer tarihi reddedersek, tekrar tekrar gelebilir. Yahudi halkı özellikle bunu yapamaz.” “Netanyahu ve hükümetinin masum sivilleri bombalayan ve ahlaki vaaz vermeye cüret eden Erdoğan’dan önce katlanmak niyetinde olmadığını” sözlerine ekledi.
Ermenistan Dışişleri Bakanı Zohrab Mnatsakanyan, Cuma günü gazetecilere verdiği demeçte, Ermeni Soykırımı’nın İsrail tarafından tanınmasının ilk ve en başta soykırımların önlenmesine yaptığı katkılardan kaynaklandığını, söyledi.[13]
Ermeni Soykırımı’nın tanınmasına ilişkin beklenen oylama, “Kudüs Sonrası” raporları, bu haftaki Knesset’in gündeminde yer almadı. Knesset Sözcüsü Yuli Edelstein, tasarıyı gündemden çekti. Sözcü, “Knesset’e bir utanmadan kaçınmak için, çünkü çoğunluğun lehine olacağı belli değildi. Geçen hafta da dâhil olmak üzere yıllar boyunca tanınması konusundaki desteğini defalarca dile getirdi.”
Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı İmparatorluğu tarafından 1,5 milyon Ermeni’nin katledildiği Ermeni Soykırımı’nın tanınması üzerine yapılan oylama, Meretz yönetim kurulu başkanı MK Tamar Zandberg’in 16-0 onaylaması sonrasında Salı günü belirlendi. Zandberg, Edelstein’ı siyaseti ahlaktan uzaklaştırmakla suçladı ve Knesset Speaker’in sözlerini harekete geçirmesi için reddetti. Zandberg, Pazartesi günü Meretz fraksiyon toplantısında yaptığı konuşmada, “Bu tartışmayı, tanımak için tarihi oylamayla bir tutmak, yapılması gereken doğru şeydir. Bazıları doğru şeyi yapmayı tercih etti.” “Knesset söz verdiğini yapmalı. Bu tarihi bir adalet meselesi.”
İsrail Dışişleri Bakanlığı, geçen haftaki oylama dâhil olmak üzere Ermeni Soykırımı’nı tanıyan Knesset hakkında önceki yıllarda olduğu gibi bu tür hareketlere açıkça karşı çıktığıyla ilgili hiçbir resmi açıklamada bulunmadı.[14]
23 Mayıs 2018 günü İsrail Parlamentosunda (Knesset) sadece 16 milletvekilinin katıldığı bir oturumda (parlamentoda toplam 120 milletvekili bulunmaktadır), 1915 olaylarının soykırım olarak tanınması konusu parlamento çapında tartışılmasını amaçlayan bir önerge kabul edilmiştir. Parlamento çapında yapılacak bu oturumun ne zaman gerçekleştirileceği ise belirtilmemiştir. (bir Ermeni haber kaynağı oturumun 30 Mayıs’ta yapılacağını öne sürmüştür.) Bu, Türkiye’ye karşı yapılan soykırım suçlamaları konusunun İsrail Parlamentosunda ele alınmasının ilk örneği değildir. (Bu konuyla ilgili en son soykırım kararı geçirme teşebbüsü bu Şubat ayında reddedilmiştir.) Bu zamana kadar İsrail Hükümeti, bu konunun parlamentoda tartışmasına hep karşı çıkmıştı. Ancak, bu sefer hükümet, böyle bir teşebbüse karşı bir cevap yayımlamayacağını duyurmuştur. [15]
Kudüs Ermeni Patriği Başpiskopos Nourhan Manougian’a yazdığı mektup, Kudüs Ermeni Patrikhanesi Şansölyesi tarafından yayınlandı; “ Ermeni Soykırımı’nın tanınması meselesinin bu hafta Knesset gündeminde yer alması planlanmadı, dolayısıyla bu konu hiçbir zaman” reddedilmedi”. Üstelik bu konuyu gündemde yer almamayı, ne faaliyetimi ne de ipucu vermeyi engellediğimi belirtmek istiyorum. Ermeni Soykırımı hakkında söylediklerimi reddetmiyorum. Bugün de, geçtiğimiz yıllarda sürekli olarak ispat ettiğim bu konudaki duruşum üzerinde kararlıyım ve duruşum, İsrailli Knesset’in Ermeni Soykırımı’nı doğru ve ahlaki bir adım olarak tanıması ve onu tanımaması gereğidir. Soykırım politik veya diplomatik çıkarlara dayanır. Senin duygunluğunu zihnini sakinleştirmesini istiyorum. Bu tarihi tanıma için Knesset’te çoğunluk olduğuna ikna olduğumuz bir zamanda, Knesset sözcüsü, bu amaç için kendi kapasiteleri dahilinde her şeyi yapması gerektiğini söyledi. Çabalarının olumlu sonuçlara yol açacağını umuyor.”
“Bizim zaferimizle Ermeni dostlarımız da kazanacak, uzun bir yoldan korkmuyorum” dedi Knesset sözcüsü. Kudüs Ermeni Patriği, Başepiskopus Nourhan Manougian Knesset konuşmacısı Yuli Edelstein’a, Knesset’in gündeminden Ermeni Soykırımı tanıma tasarısının geri çekilmesine dair hayal kırıklığını dile getiren bir mektup gönderdi.
Ermeni Soykırımı’nın tanınmasıyla ilgili beklenen oy, 28 Mayıs itibariyle Knesset’in gündeminde yer almadı. Ermeni Soykırımı’nın tanınmasına ilişkin oylama, Meretz başkanı MK Tamar Zandberg’in yaptığı bir hareketin ardından Salı günü kabul edildi. Zandberg, Edelstein’ı siyaseti ahlaktan uzaklaştırmakla suçladı ve Knesset Speaker’in sözlerini harekete geçirmesi için reddetti. [16]
Knesset Sözcüsü Yuli Yoel Edelstein, Kudüs Ermeni Patriği olan Beatitude Başpiskoposu Nourhan Manougian'a verdiği demeçte, Ermeni Soykırımı tanıma konulu tartışmaların “bu hafta için planlanmadığını” belirtti.
“Yanlış yayınların hayal kırıklığına neden olmasından pişmanım. Ermeni Soykırımı'nın tanınmasıyla ilgili tartışma bu hafta için planlanmadı, bu yüzden gündemden çekilmedi. Gündem maddesini, imalama ile değil, gerçekte değil de kaldırdım. Konuyla ilgili söylediklerimin bir kelimesini almıyorum, ”diyor Edelstein, Başpiskopos Nourhan Manougian'a yazdığı bir mektupta.
“Geçtiğimiz yıllarda tekrar söylediğim şeye hakikaten devam ediyorum: İsrailli Knesset, Ermeni Soykırımı'nı tanımalı, çünkü siyasi ya da anlık diplomatik çıkarlar yüzünden değil, doğru ve ahlaki bir şey olmalı” dedi. .
“Knesset'in tanınmak için çoğunluğa sahip olduğuna ikna olduğumuz an, onu genel bir oylamaya getireceğiz. Bu yüzden, yeteneğim içinde olan her şeyi yapacağım ve umarım çabalarımın meyvelerini alacağını umuyorum ”diyor Bay Edelstein.
Bu yorumlar , Yoksulluk Başpiskoposu Nourhan Manougian tarafından yazılan bir mektupta , Knesset'in gündeminden gelen Ermeni Soykırımı'nın tanınmasıyla ilgili tasarıyı geri çekme kararını hayal kırıklığına uğrattığını belirtti. [17]
Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Tigran Balayan, Ermeni Soykırımı’nın İsrail’in Knesset tarafından tanınması konusundaki tartışmaya değindi. Tigran Balayan Ermeni Soykırımı tanıma sürecinin Ermenistan için büyük önem taşıdığını ve Ermenistan’ın bu yolda uluslararası toplumun çabalarında öncü rol oynamaya devam edeceğini söyledi.
MFA sözcüsü, “Soykırım suçunun tanınması, evrensel değerlerin üstünlüğünü, benzer suçları engellemeyi amaçlayan insan haklarını, iç siyasi bağlamı ve jeopolitik gerçekliği ne olursa olsun tekrarlarını kararlaşmayı amaçlayan bir süreçtir” dedi.
Tigran Balayan, farklı ülkeler ve uluslararası yapılar tarafından kabul edilen Ermeni Soykırımı hakkında onlarca kararın Ermeni Soykırımı’nın uluslararası tanınma sürecinin geri dönülmez olduğunu gösterdiğini söyledi.
Bir Ermeni Soykırımı tanıma tasarısının kabul edilmesi konusu Knesset’te ortaya çıktı. Müttefikler İtzik Şmuly ve Amir Ohan, Osmanlı İmparatorluğu’nda yaklaşık 1,5 milyon Ermeni katliamını soykırım olarak tanıyan bir tasarı sunacaklarını söyledi. Milletvekilleri, İsrail’in Türkler tarafından işlenen Ermeni Soykırımı’nı tanıması için zamanın geldiğini belirtti. Ancak İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, Cumartesi gecesi Ermeni Soykırımı’nı resmen tanımak için bakanlıklara yönelik tartışma tartışmasını erteledi. [18]
Ermeni Soykırımı’nın uluslararası tanınırlığı, küresel değerlerin yaygınlığı ve Ermenistan Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Tigran Balayan, gazetecilere verdiği demeçte; “Soykırımın tanınması süreci, siyasal bağlam ve jeopolitik gelişmelerden bağımsız olarak bu tür suçların tekrarlanmasını engellemeyi amaçlıyor” diye vurguladı. Balayan, MFA yetkilisi, “Süreç Ermenistan için büyük bir öneme sahiptir ve bu amaçla uluslararası çabalarda lider rol oynamaya devam edeceğiz” dedi. [19]
İsrail Devlet Yayın Kuruluşu, Arutz Sheva, Knesset Başkanı Yuli Edelstein, Dışişleri Bakanlığının konunun ileri götürülmesine karşı olduğunu belirtmesine rağmen, Meretz Başkanı Tamar Zandberg'in de desteği ile Sözde Ermeni Soykırımının tanınması çağrısının oylanmasının planlandığını açıkladılar.
Daha önceki raporlarda, İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu'nun, MFA'nın Ermeni Soykırımı'nı tanıyan bir yasa hakkında bir Knesset tartışmasını erteleme tavsiyesini de dikkate almadıklarını görmüştük. [20]
Üzülerek ifade etmeliyim ki, yukarıda ki gelişmeyi; Yahudi Haftası Dergisi, İsrail’in Sözde Ermeni Soykırımını kabul etme şansını kaçırmak şeklinde değerlendirmektedir.
Hepimiz, tarafsız gözle baktığımız da, genel kabul görmüş tarihçilerin belgelere dayalı yapmış oldukları bütün araştırmalarda, Sözde Ermeni Soykırımı hakkında “unutulmuş soykırım” ifadesini kullanmamışlardır. Türkiye yüz yıldır, tarihte yaşanmış herhangi bir tarihi olayı inkâr etmemiştir. Kafkasya bölgesinde, hiçbir zaman kitlesel cinayetlerin faili olmamıştır. Birleşmiş Milletler, Katolik Kilisesi ve ABD Holokost Müzesi’nin bakışı ise dünyaca bilinmektedir. İlgili makalede de ifade edildiği gibi, “bir azınlık, kurbanlarının soyundan gelenler ve soykırım teriminin işlendiği suçun mağdurları ile dayanışma göstermek için değil, parlamenter tartışmanın konusu” olduğu açık değil midir?
Uluslararası ilişkilerde real-politik, ülkelerin çıkarları doğrultusunda sürüp giderken, gerçekliği olmayan sözde Ermeni soykırımı ancak tarihi gerçeklerle değerlendirilmelidir. Türkiye, İsrail Devleti’nin kuruluşundan, günümüze kadar “savaşan” bir müttefik olmadığı gibi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” ilkesine bağlı kalmıştır.
6-7 Eylül Olaylarının Türkiye’ye neler kaybettirdiği, yapılan tartışmalara rağmen bilinmektedir. Bu olayı dışarıda tutarsak, “Türkiye’de yaşayan Yahudilere karşı fiziksel tehditlerin ima” edilmediğini takdirlerinize bırakıyorum.
Türkiye, Holokost hakkında yapılan hiçbir çalışmaya engel olmamıştır. Engel olduğu, sözde Ermeni Soykırımı YALANLARINA karşı yapılan organizasyonlardır. Nobel Barış Ödülüne sahip olan Elie Wiesel’in herhangi bir tehdit olmadığı bir yana, 1948 den itibaren neden İsrail’de yaşamadığı değerlendirilmelidir.
Dünya’da hiçbir ülke, hiçbir kuruluşla ilişkilerinde KORKU unsuru yaşanmamıştır. ABD Kongresi’nin sözde Ermeni soykırımını tanımamasının gerekçesi, tarihi gerçek ve bağlı olduğu belgelerle bağlantılı olduğu düşünülmelidir. Türkiye Cumhurbaşkanı’nın “İslâmî, militan ve düşmanca” değerlendirilen söylemleri, İsrail yöneticilerinin söylemlerine karşılıklı bakılmalıdır. Kuşkusuz tüm ülkelerin “dostlara” ihtiyacı vardır.
İlgili makalede, Yuli Edelstein’in Knesset’e önergesini geri çekmesi üzerine kullanılan “İsrail’in insan hakları siciline ilişkin kara bir leke” ifadesi gerçekten üzüntü vericidir. Başkaca üzüntü verici ifade ise “Shoah’ın Külleri” olmuştur. Ve Washington’daki ABD Holokost Anıt Müzesi duvarında Hitlerin “Ermenilerin yok edilmesinden bugün kim bahsediyor” sözleri, Türkiye ile ilgili değil, 1939’da Polonya’nın işgalinden önce Alman generallerine söylenmiştir. Söz konusu ifade, Holokost Yahudi topluluğu ile İsrail’e karşı olduğu genel kabul görmüştür.
Shoah’ın Külleri, takdir edersiniz ki, sözde Ermeni soykırımı ile uzaktan-yakından hiçbir ilgisi bulunmamaktadır. Toplama kampları, Yahudilerin adeta istenmeyen insanlar olarak görülmeleri, Nuremberg Mahkemeleri, politik ve ırksal nedenler, cinayetler, katliamlar, Hitler, Gestapo, SS, SD, ve Nazi Partisi tarafından Yahudilere yapılan korkunç eylemlerle özdeştirilmelidir. [21]
Sayın Heleva,
Bu kadar uzun, bu kadar farklı ifadelerle dolu yazımı, sonuç olarak neden yazdığım noktasına gelerek tamamlamak istiyorum.
Bütün ülkelerde, Hahambaşılığın en üst seviyede yetki merkezi olduğunu, Yahudilerin çıkarlarını korumak ve dinî hayatlarını yönlendirmek, Yahudi olmayan yönetimlerle Yahudi cemaatleri arasındaki ilişkileri kolaylaştırmak gibi görevler üstlendiğini bilmekteyiz.
Osmanlı ve Cumhuriyet dönemini birlikte yaşadığımız bu toprakların insanı olarak, şu sözde Ermeni Soykırımı hakkında muhakkak ki bir fikriniz vardır! Bu kanaatin oluşmasına dönüp baktığımda; yukarıda ifade ettiğim Medine Vesikası ile 1496 yılı, söz konusu tarihten sonra farklı tarihi ilişkileri, gerek Moşe Kapsali’den başlayarak, veya 626 yıldır yine beraber yaşadığımız her günü hatırlatmak istiyorum. Siz bunu Sefarad ve Aşkenazi olarak belki farklı pencerelerden de değerlendirebilirsiniz.
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak, kanaatim, araştırmalarımla, tarihi kaynaklardan hareketle Türk Milletinin, Ermenilere soykırım uygulamadığı yönündedir.
Sayın İsak Hevela;
Sizden başta İsrail olmak üzere dünyadaki bütün muhataplarınıza, yukarıda ismi geçen ilgililere, dünya Hahamlar Meclisinde yer alan bütün din kardeşlerinize, Ermeni Diasporasına, özellikle dünyanın her alanda etkin olduğunu kabul ettiği Yahudi Lobisi’ne ve parçası olduğunuz Türkiye kamuoyuna şu sözde Ermeni Soykırımı hakkında ki düşüncelerinizi lütfen paylaşır mısınız?
Herhangi makam ve mevki sahibi olamayan sadece bir vatandaşın bu talebini dikkate alacağınız, yazımın uzunluğunu mazur göreceğiniz umudu ile başarı ve sağlıklı günler diliyorum.
Saygılarımla
Kenan Mutlu Gürses
[1] Abdülbâki Gölpınarlı, Kur’an-ı Kerim ve Meâli
[2] Leyla Gürkan, Türkiye İslâm Ansiklopedisi, Yahudilik, Cilt, 43, sayfa 189
[3] Abdurrahman Demirci, Medine Vesikası: Oluşum Süreci ve Zimmet Antlaşmalarına Etkisi, istem • Yı/:10 • SayJ:19 2012 • s. 253 - 271
Kenan Mutlu Gürses