30 Nisan 2013
Ermeni tehciri veya iskânı, savaş şartları altında isyan etmiş bir halkın başka bir yere zorunlu göç ettirilmesinden başka bir şey değildir. Ermeni meselesinin aslında münakaşa edilecek hiçbir yönü bulunmamakta, 1. Dünya Savaşı’nda Rus ordusına yardım eden, Osmanlı Ordusunu arkadan vuran ve sivil halka karşı planlı olarak katliamlar yapan Ermenilerin başka bölgelere zorunlu olarak göç ettirilmesidir. Bir başka deyişle Ermenilerin topluca isyan etmeleri bu yolla önlenmiştir.
Osmanlı Devleti, kuruluşundan yıkılışına kadar, siyasi, ekonomik, sosyal ve dinî nedenlerle toprakları üzerinde önemli göç hareketlerini gerçekleştirmiştir. Bu hareketin, dönemin bütün devletlerince uygulandığı da bilinmeyen bir konu değildir.
Osmanlı Devleti’nin bulunduğu yerde asayiş ve düzeni bozan toplulukları veya göç ettirilecek bölgede asayişi sağlayacağı inanılanları da göç ettirerek hedeflediği bölgede iskân etmiştir. Burada herhangi bir mensubiyet aramamıştır. Bu iskân metodunu uygularken, yeni fethedilen bölgelere Anadolu’dan Müslüman, yine başka nedenlerle de Anadolu’ya da Hıristiyan nüfusu göç ettirmiştir.
İlk devirlerinden itibaren göç ve iskân siyasetini uygulayan Osmanlı İmparatorluğu, İkinci Viyana kuşatmasına kadar dışa, bu tarihten sonra geri çekilmenin sonucu olarak içe dönük göçler uygulanmıştır.
Göçlerin savaş döneminde arttığı dikkat çekmektedir. Kırım’ın kaybedilmesinden sonra 1789–1800 yılları arasında 500.000 Tatar; 1860–1864 yılları arasında da 400.000 Tatar Osmanlı topraklarına göç etmiştir. 1783–1922 yılları arasında Osmanlı topraklarına göç eden Tatar nüfus 1.800.000 civarındadır. Bu göçler sırasında kitleler halinde ölümler meydana gelmekte olup, mesela 1850–1879 yılları arasında Kafkasya’dan göç ettirilen 2.000.000 göçmenin ancak 1.500.000’ni Osmanlı topraklarına ulaşabilmiştir. Bunun gibi Balkanlardan göç eden 1.500.000 göçmenin 300.000’ni çeşitli sebeplerle yollarda ölmüştür.
Ermeniler de yaşadıkları coğrafyanın özellikleri nedeniyle tarihin değişik dönemlerinde çeşitli göçler yaşamışlardır. Mesela; beşinci asırda, Van ve Ardaşad’dan İran’a yaklaşık 500.000 Ermeni esir götürülmüştür. Bizans döneminde de Ermeniler birçok defa göç ettirilmiştir. Yine Ermeniler, Osmanlı döneminde de birçok kere tehcir edilmişlerdir. 1514 yılında Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran zaferinden sonra, Tebriz, Erzurum, Kemah, Muş, Sivas bölgelerindeki, bilgin, kuyumcu, sarraf, kalfa, mimar ve çiftçileri İstanbul’a getirdiği de bilinmektedir.
Osmanlılarla, Ermeniler arasındaki yıllarca sürüp giden iyi ilişkileri millet-i sadıka kavramının doğmasını burada tekrar etmeme herhalde gerek yok. Ancak, 1800’lü yıllardan itibaren Ruslar, Ermeniler içerisinde Ortodoks, Fransız, İtalyan ve Avusturyalılar Katolik İngilizler ve Amerikalılar ise Protestan mezheblerini teşvik etmeye ve mensuplarını desteklemeye başlamışlardır. Rusya, 1816’da Moskova’da Ermeni Şark Dilleri Enstitüsü’nü kurmuş, Kafkaslar ve Osmanlı coğrafyasındaki Ermenileri Osmanlı aleyhine etkisi alanına almaya çalışmıştır. Bunun sonucu olarak, Osmanlı topraklarındaki Ermenilerin bir kısmının isyanlar çıkarmaya başladığı, Rus bölgesine göç ettiği ve Rus ordusuna asker olarak yazıldığı nedense hiç anlatılmamaktadır. 18. ve 19. yüzyıldan itibaren Fransa, İngiltere, Rusya ve özellikle Amerikan misyonerlerinin, Ermeni isyanlarını nasıl tahrik ettikleri, tehcir olayının önemli bir unsuru olduğu da, hep gözden kaçırılmaktadır. Kaldı ki, Fransa 1701’den, Rusya1774’den, İngiltere 1804’den, Amerika 1819’dan itibaren misyonerleri vasıtasıyla Anadolu’da teşkilatlanmaya başlamışlardır. Bunun üzerinde de kimse durmamaktadır. Bu misyonerler özellikle Ermenileri Osmanlı İmparatorluğundan ayırmak ve kendi emelleri doğrultusunda kullanmak üzere faaliyetlerini yürütmüşlerdir.
Misyonerlerin açtıkları kiliseler bir yana, Anadolu’da açtıkları okul sayısı 624’e yükselmiştir. Buralarda eğitilen Ermeniler bağımsızlık elde edecekleri düşüncesiyle teşkilatlar ve çeteler kurmaya yönlendirilmişlerdir.
Ermeniler, 1875 yılından sonra İngiltere ve Rusya’nın tahriklerine nasıl kapıldıklarını hiç konu etmemektedirler. 1915’ de, Osmanlı-Rus savaşının devam ettiği, Ermeni çetelerinin katliamlar gerçekleştirdikleri zor şartlarda Ermeniler topluca Osmanlı İmparatorluğunun başka bölgelerine tehcir edilmişlerdir. Burada Ermeniler arasında milliyetçilik ideolojisi kuvvetlenirken, bağımsız bir Ermenistan devleti kurulması yönünde şiddet yollarına başvurulmuştur. Oluşturulan eşkıya grupları ve çeteler Doğu Anadolu’da görevlilere ve sivil halka saldırılar yapmaya başlamışlardır. Bununla da kalmayıp, yerleşim bölgelerinde katliamlar gerçekleştiren bu çeteler, kendilerine yardım etmeyen Ermeni zenginlerini de öldürmekten geri durmamışlardır. Bu katliamlar, hem Ermenilerin huzurunu kaçırmış, hem de Müslümanlar ile Ermeniler arasındaki dostane ortamın bozulmasına da yol açmıştır. İhtilal amaçlı kurulan Ermeni teşkilatlarından Hınçak ve Taşnaksutyun’un yaptıkları hunharca katliamları burada yazmaya sayısız sayfalar yetmeyecektir. Bunları hatırlamamız için 1887’li, 1890’lı yıllara gitmemiz gerekir. Bu teşkilatlar, bütün terörist faaliyetlerini, 1914’e kadar aralıksız sürdürmüşlerdir. Osmanlı Devleti, Ermeni komitelerinin Ruslarla işbirliği yaptığını, arkası gelmeyen isyanlar çıkarmasını, Rus ordusuna yol açmak ve eli silah tutanların askere alındığı savunmasız halkın zulümlere maruz bırakılarak hunharca öldürüldüğünü ve İtilaf devletleri için casusluk yapmaya devam ettiklerini gözden kaçırmamıştır. Osmanlı Devleti’nin, Ermeni çeteleri tarafından 1. Dünya Savaşında Ruslara esir düşen Osmanlı askerlerine ve Kafkasya’daki Müslümanlara da zulüm yapmaktan geri kalmadığını, Rusların eline geçen Kars ve Ardahan civarında öldürülen sadece erkeklerin 30.000’e ulaştığını, kadın ve çocukların, yaşlıların perişan halde oldukları, Ermenilere Ruslar tarafından teslim edilenlerin nasıl hunharca katl edildikleri bilinmeyen bir şey değildir. Ermeni çetelerinin, Doğu Anadolu’da birlikte yaşayan Kürt, Arap ve Süryaniler de hunharca yapılan ölümlerden nasiplerini almışlardı. Onun içindir ki, tehcir sırasında Ermenilerin feveran ettikleri, başlarına gelen istenmeyen olayların, Ermeni çetelerin yaptıklarına bir tepki olduğu unutulmamalıdır.
Osmanlı hükümeti, cephe gerisini emniyete almak ve savunmasız kalmış sivil vatandaşları Ermeni çetelerinin yaptığı katliamlardan korumak için köklü tedbirler almak mecburiyetinde kalmıştır.
17 Mayıs 1331 tarihinde Bakanlar Kurulu kararı ile tehcirin nasıl uygulanacağı düzenlenmiştir.
Rusya, İngiltere ve Fransa’nın, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Ermenilerin öldürüldükleri iddialarıyla yaptıkları baskılar sonucu tehcirin sorumluluğunu daha fazla tek başına taşıyamayacağını anlayan Talat Paşa’nın, Sadarete verdiği tezkire üzerine bir gün sonra 13 B. 1333 (27 Mayıs 1915) tarihinde “Vakt-i seferde icraat-ı hükümete karşı gelenler için cihet-i askeriyece ittihaz olunacak tedabir hakkında kanun-ı muvakkat” çıkarılmış ve yürürlüğe konulmuştur.
Böyle külliyetli bir göç olayında aksaklıkların ve sıkıntıların olmaması imkânsızdır. Bu sebeple tehcir sırasında, Ermeni kafilelerinin çetelerin baskınlarına, yerli ahali tarafından saldırıya uğramaları, salgın hastalıklar sebebiyle ölenlerin olması gibi üzücü olaylar yaşanmıştır.
Tehcir sırasında, bahsedilen salgın hastalıklar yüzünden 25–30 bin civarında can kaybı olduğu tahmin edilmektedir.
Tehcir sırasında çetelerin saldırıları sonucu öldürülenlerin sayısı ise 8–10 bin civarındadır. Ayrıca 13 Haziran 1331/27 Haziran 1915 tarihli bir belgede, Dersim bölgesinde, Dersim eşkıyasının Erzurum'dan sevk olunan Ermeni kafilelerinin yolunu keserek katlettikleri ve onları kurtarmanın mümkün olmadığı, Erzurum Vilâyeti'nden bildirilmiştir.
Osmanlı İmparatorluğunun Ermeni nüfusu, 1914 nüfus sayımına göre 1.229.007’dir. Justin MacCarthy’ye göre ise 1914 yılında Ermeni nüfusu 1.698.303’dür. Diğer kaynaklara göre ise toplam Ermeni nüfusu 1.300.000 ile 1.700.000 arasında değişmektedir. Toplam Ermeni nüfusu içerisinde, tehcir edilenlerin sayısının ne kadar olduğu hakkında farklı görüşler bulunmaktadır. Haziran 1917 tarihinde Amerikan misyoner kuruluşlarının yaptıkları yardımlar hakkında bilgi veren Dr. J. K. Marden, Şubat 1916 itibarıyla yardım edilen kişi sayısını 485.000 olarak vermektedir. Halep konsolosu J. J. Jackson, tehcir bölgesinde 500.000 civarında Ermeni olduğunu kaydetmektedir. Osmanlı arşiv belgeleri ise tehcir edilenleri 438.758, yerlerine ulaşanları da 382.148 olarak vermektedir. Birinci Dünya Savaşı sona erdikten sonra tehcir edilen Ermenilerin, istedikleri takdir de geri dönmelerine müsaade edilmiştir. 1921 yılı başında Ermeni Patrikhanesi tarafından hazırlanan ve Ermenilerin Türkiye’de yaşadığı yerleri gösteren bir tabloya göre dönenlerle beraber Ermeni nüfusu 644.900 olarak verilmiştir. Yabancı ülkelere göç eden Ermenilerin sayısı hakkında ne yazık ki, yeterli çalışma yapılmamıştır.
1915 Ermeni tehciri de, iç karışıklık ve isyan sebebiyle alınmış bir sürgün kararıdır.
Tehcir kararı, idarî bir tasarruf olarak, seferberlik zamanında, olağanüstü şartlar altında, güvenlik gerekçesiyle alınmış askerî bir tedbirdir. 1915 Tehciri sırasında, her ne kadar gerekli tedbirler alınmaya çalışıldıysa da göç eden nüfusun fazlalığı, savaş ortamı, Ermeni çetelerinin daha önce yaptıkları katliamlara yöre halkının kızgınlığı gibi sebeplerle üzücü olaylar yaşanmış, öldürülen, kaçırılan, bunun dışında bir kısım bulaşıcı hastalıklardan da ölen çok sayıda Ermeni olmuştur. Burada, öldürülen 2.000.000 TÜRK’Ü nedense hiç kimse konuşmuyor.
Bütün bu olaylardan sonra, bugün SÖZDE SOYKIRIMINI Türkiye’ye kabul ettirmeye çalışan diasporacılar, yukarıda aktardığımız olaylara Ermeniler sebep olmamış gibi, Türkiye’nin ‘’çaresizliğini’’, tehciri ‘’bilinçli azaltma ve imha politikası’’ olarak anlatmaları, akıllarınca TÜRK-MÜSLÜMAN ayırımı yapmaları, ‘’Kürt meselesine benzetmeye’’ ‘’servet devşirme fırsatçılığına’’ dönüştürmeye çalışmaları, resmi bir ideoloji takdimi ile ‘’resmi vatandaşlık kimliği Türkiye halkını entelektüel olarak iğdiş edilmiş’’ göstermeleri, Türk halkına güya ‘’devletin ona verdiği ideolojik bastonla yürüyebilen bir engelli’’ olarak yaftalamaya uğraşmaları acaba hangi vicdana sığar?
Hâlbuki Ermeni meselesinde şayet ÖZÜR DİLENECEKSE, bu özrü yukarıda anlatılanlardan sonra ERMENİLERİN yerine getirmesi gerekmektedir. Bu kadar açık bilgilerin olduğu yerde, 1915–1916–1917–1918 ve sonrasında, işgal edilen Doğu ve Güney Anadolu ile Karadeniz bölgesi şehirlerinden çıkarılan ERMENİLER; 1915 de SOYKIRIMINA uğradılarsa, acaba yeniden mi canlandılar? Yoksa Anadolu’yu terk eden RUSLAR MI ERMENİLEŞTİLER? Var mı bunun cevabı? Söz konusu coğrafya da, sayısız ilçe ve şehir acaba ‘’DÜŞMAN İŞGALİNDEN KURTULUŞU’’ hangi nedenle kutlamaktadırlar? Bunun içindir ki, ÖZÜR DİLEYECEK bir kesim varsa o da Ermenilerdir. Onlar bir ÖZÜR DİLESİN, bakalım biz onları af edebilecek miyiz?
KAYNAK: Yrd. Doç. Dr. Abdullah Demir’in, ‘’Hukuk, Ekonomi ve Siyasal Bilimler Aylık İnternet Dergisi’ Şubat 2008/sayı 72’deki Makalesinden alıntılanılarak, kullanılmıştır.
Kenan Mutlu Gürses