15 Aralık 2024
Kronolojik olarak 1570-1571 yıllarından, 1915 li yıllara nasıl gelindiği bilgilerinize sunmadan önce, bazı konuları satırbaşları ile vermemiz gerekiyor.
Kıbrıs’ın Fethini gerçekleştiren Osmanlı Padişahı II. Sultan Selim (Sarı Selim-Sarhoş Selim) (28.5.1524-15.12.1574) 90. İslâm Halifesidir.
16 Mayıs 1570 - 1 Ağustos 1571 tarihleri arasında 15,5 ay sürmüş olan Kıbrıs Harekâtı, Türklere çok pahalıya mal olmuştur. 50.000 Türk şehidinin kanıyla ıslanarak kutsallaşmış olan Kıbrıs toprakları, bu nedenle Türk tarihi ve Türk Ulusu için kutsal bir anlam kazanmıştır. Böylece Kıbrıs Venediklilerden alınmış bir Hıristiyan Krallığa da son verilmiş, Kıbrıs Müslüman Türklerin eline geçmiştir. Bu konuda II. Selim’in Hıristiyan halka, nasıl davranılacağını belirten (23 Zilhicce 979) 7 Mayıs 1572 tarihli fermanının gösterdiği esaslar, bugün için bile, örnek alınacak gerçekleri kapsamaktadır:
“ Kıbrıs Beylerbeyine, Kadısına ve Defterdarına Hüküm ki:
Kıbrıs Adası, benim ezici gücümle feth olunmuş bir ülkedir. Savaş nedeniyle halk, güçsüzlüğe düşmüştür. Şeriatın uygulanmasında, vergilerin alınmasında, davaların görülmesinde ve öteki durumlarda Ada halkına zulüm edilmeyip, adaletle işlem yapılmalı ve korunmalıdırlar ki, güçlenebilsinler. Bu konuda her biriniz, ayrı ayrı dikkatli olacaksınız. Yerli halk, Tanrı’nın bize emanetidir. Onları, her zaman koruyacak, onlara kimsenin zulmetmesine göz yummayacaksınız. Şer’i hükümler uygulanırken, vergiler toplanırken, adaletle davranmış ve yerli halkı ayırıcı hareketlerden kaçınınız. Benim âdül hükümdarlığım süresince yerli halkın rahatlık, bolluk ve güven içinde bulunması, ülkenin bayındır olması isteğimdir. Bu konularda gerektiği gibi davranılacak, bir dakika bile kaybedilmeyecektir. Ola ki, yerli halka zulüm olunduğu, ağır vergi konulduğu ve aralarına karıştırıcılık sokulduğu duyulacak olursa, özürlerinizin asla k'abul edilmesi olasılığı yoktur. Ona göre gaflet etmeyesiniz”
Bir döneme gelirken, Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşunu, yükselmesini ve sona nasıl geldiğini, doğru ve yanlışlarını bilerek gelmemiz gerekiyor.
Kıbrıs’ın kaybedilmesi, günümüzde devam eden mesnetsiz Ermeni YALANLARININ basamaklarından bir bölümünü teşkil etmektedir. Birazcık kendi tarihlerinden haberdar olanların, II. Abdülhamid döneminde Kıbrıs’ın nasıl kaybedildiğini bilmeleri gerekir ki İngiliz oyunlarıyla tek kurşun sıkılmadan, 50.000 şehit verilerek alınmış olan KIBRIS, 307 yıl sonra İngilizlere teslim edilmiştir. Osmanlının yaşadığı bütün olumsuzluklardan yüz yıl sonra, T.C. tarafından 20 Temmuz 1974 de 498 Türk Askeri ve 786 Kıbrıs Mücahidi ŞEHİT verilerek ancak bir bölümü alına bilmiştir. II. Abdülhamid İngiliz şeytanlığının/kurnazlığının kurbanı olmuştur.
Günümüzde Osmanlıcılıkla, Osmanlıyı bilmeden yatıp kalkanlar, kendilerince ahkâm kesenler, tarihi bilmeden konuşmaktadırlar. Kimse Osmanlıyı sevmiyorum demiyor. Hatasız kul olmayacağına göre hatasız Osmanlı Padişahı da yok denecek kadar azdır. Bir kesimin “ulu hakan”, bir kesimin “kızıl sultan” yakıştırmalarına katılmadığım nedenleriyle birlikte görülecektir. Sultan II. Abdülhamid, ne Kızıl Sultandır, ne de Ulu Hakandır. O amcası ve babası tarafından yapılmış hatalarının bedelini ödemiştir. O Osmanlı İmparatorluğu’nun 34. Padişahı ve 113. İslam Halifesidir. II. Abdülhamid’in başarıları ve başarısızlıkları altında yatan nedenler bilinmeden hüküm verilmemelidir. Yazı akışında, özellikle Ermeni meselesinin hangi safhalardan geçtiği üzerinde durulacaktır.
XIX. yüzyılın başlarında İngiltere’nin politikası, Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü korumaya yönelik bir siyaset izlemekle beraber bunun mümkün olamadığı durumlarda devleti parçalamak yerine, bağımsızlık isteyen toplumlara özerklik vermek suretiyle bağlı devletçikler oluşturmak şeklindeydi.
Nitekim Yunan isyanında Osmanlı Devleti’ne muhalif olan İngiltere’nin bu tutumunu, devrin İngiliz Başbakanı Stratford Canning “İngiltere’nin bu tavrının Rusya ile bağdaşmak olmadığı, bağımsızlığını kazanacağı muhakkak olan Yunanistan’ın Rusya’ya borçlu olması yerine Akdeniz’de kendilerine dost bir devlet olan İngiltere’ye borçlanmasının daha doğru olacağı…” şeklinde değerlendirmiştir.
Rusya’nın Balkanlar ve Karadeniz’de etkin bir devlet hâline gelmesiyle İngiltere, Hindistan sömürgelerine giden yol ile Doğu Akdeniz’deki menfaatlerini korumak için Osmanlı Devleti’nde ve onun hâkimiyeti altındaki topraklarda cereyan eden her türlü hareketi yakından izlemeye başlamıştır.
Kanuni döneminden sonra Osmanlı Devleti’nde başlayan bozulma, 17. yüzyılda daha da artarak sosyal-ekonomik-idari sistemi iyice sarsmıştır. 1683 II. Viyana Kuşatması, 1699 Karlofça Antlaşması, 1768 Osmanlı-Rus Savaşı, 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması, 1792 Yaş Antlaşması, 1856 Islahat Fermanı, 1859 Paris Muahedesi gibi olayları vd. sıralayabiliriz.
II. Abdülhamid’in babası, I. Abdülmecîd 1 Temmuz 1839 tahta çıktı. Savaş giderleri nedeniyle 1854 de ilk defa İngiltere’den dış borç alındı. 18 Şubat 1856 Islahat Fermanı ilan edildi, 30 Mart 1856 da Paris de İngiltere, Fransa, Osmanlı, Avusturya, Prusya, Rusya ve Sardunya ile Paris Muahedesi imzalandı. 1859 da yeni Paris Muahedesi ile Eflak-Boğdan birleşerek Romanya meydana getirildi. 25 Haziran 1861 de vefat etti.
25 Haziran 1861 de II. Abdülhamid’in amcası, Sultan Abdülaziz tahta çıktı. Birçok yeniliğe imza attı. Zamanında borçlar yükseldi. Bu yıldan 1874 yılına kadar geçen 20 yıllık sürede 15 ayrı dış borçlanma yapıldı ve Sultan Abdülaziz döneminde 1875'e gelindiğinde ise toplamda 239 milyona yakın dış borç, bulunuyordu. 4 Haziran 1876 vefat etti.
Kısa süre tahta kalan V. Murat’tan sonra, Mithat Paşa ve arkadaşları ile anlaşan Sultan II. Abdülhamid 31 Ağustos 1876 günü tahta çıktı. Osmanlı İmparatorluğu’nun en buhranlı günlerini yaşadığı dönemde, İngiltere’nin teklifi ile 23 Aralık 1876 da devletin ilk anayasası olan Kanun-i Esasi ilan edildi. 1877’de Meclis açıldı.
Döneminde ekonomik zorluklara rağmen aralarında bugün de kullanılan birçok, eğitim, sağlık, ulaştırma alanında ki eseri hayata geçirdi. 1878’den itibaren ülkenin imarına ve eğitime dönük, devleti savaştan uzak tutan, iç politikada tavizsiz, dış politikayı da İngiltere, Rusya, Almanya arasında kurulacak dengelere dayandıran kendine has bir yöntemi benimsedi. Ancak durum beklenildiği şekilde gelişmedi. 1877-78 Osmanlı-Rus savaşı çıkmasıyla, Şark Meselesinin en kritik dönemine gelinmiş olması ve Ayastefanos ve Berlin antlaşmaları, Büyük devletlerin dış müdahaleleri, dış baskıları ve özellikle Balkanlar’da Bulgarlar, Anadolu’da Ermeniler başta olmak üzere bütün gayri Müslimlerin milliyetçi tavırlarını ve ayrılık istekleri iyice arttı. Bu sonuç Kanunu-ı Esasi’nin de Meclis-i Mebusan’ın da çözüm olmayacağını gösterdi. Bunun üzerine II. Abdülhamid Meclis’i kapattı ve Kanun-ı Esasi’yi de rafa kaldırdı. Böylece istibdat dönemi başlamış oldu. Görev süresince 1.592.806 kilometrekare toprak kaybedildiği, (31 Ağustos 1876 – 27 Nisan 1909), Ardahan, Bayezit, Batum, Bosna Hersek, Bulgaristan, Girit, Karadağ, Kars, KIBRIS, Kotur, Mısır, Niş, Romanya, Sırbistan, Teselya, Tunus gb topraklar elden çıktı. Denge politikası istediği gibi yürümediğinde taviz politikasına geçildi. Ve KIBRIS ile Ege Adaları kaybedildi. Otuz üç yıllık iktidarı, Batı tarafından, Osmanlı’nın “hasta adam” olarak nitelendirilmiş dönemi içinde değerlendirilmiş, tartışılmış, günümüzde de hâla tartışılmaktadır.
Ancak 1889’dan itibaren Genç Türklerin ve kurdukları İttihat ve Terakki Fırkası’nın şiddetli muhalefetiyle, 1891’den sonra Ermeni olaylarının baskısıyla ve Büyük devletlerin müdahaleleriyle karşılaştı ve nihayet 23 Temmuz 1908’de II. Meşrutiyet’i ilan etmek durumunda kaldı ve 27 Nisan 1909’da tahttan indirildi. 10 Şubat 1918 de vefat etti.
Burada önce II. Abdülhamid’in doğru yaptıklarının bir bölümünü ifade ederek, sonra KIBRIS konusuna gelelim.
O’nun, eğitim de bir nesil yetiştirme çabasını, kadınların eğitimi ve sağlık konusuna da özel bir hassasiyet gösterdiğini, Osmanlı’nın dış borçlarını azaltma gayretini, iktisadi yatırımlarla da ü̈lkenin gelirleri artırmasını, demiryolu yatırımları ve ziraat alanında yapılanları, müsrifliği ortadan kaldırmasını, geceleri nöbetçi eczane bulundurma uygulaması ile hekim ve eczacı olmak ü̈zere sağlık elemanları yetiştirilmesine özen gösterdiğini, bakteriyoloji çalışmalarını yoğun bir şekilde ele aldığını, halk sağlığını tehdit eden salgınlar ve bulaşıcı hastalıklar ile mücadelesini, 1899 yılında Hamidiye Etfal Hastanesini çocuklara hizmet vermek için kurdurduğunu, uygun kişilere resimli rehberlik sertifikası verilerek ve turistlerle ancak bu kişilerin hizmet vermesini sağladığını, yayımlamış olduğu iradeyle çarşaf giyinmeyi yasakladığını, (bu yasağa manevi anlam yüklenmemeli) Türk futbolunun önde gelen kulü̈pleri Beşiktaş, Galatasaray ve Fenerbahçe’nin, II. Abdülhamid dönemin de kurulduğunu, alfabenin ıslahı konusunda bir komisyon kurdurduğunu, Türkçe nin kullanımı konusundaki hassasiyetini dile getirdiğini, Hamidiye Hafif Süvari Alaylarını kurarak, Doğu Anadolu’da Ermenilerin yaptığı katliamları önlediğini, Yabancı dil olarak Fransızca ve Arapçaya hâkim olduğunu, birazcık kendi tarihlerinden haberdar olanların, bunları da bilmeleri gerekmektedir..
Nedense bilinmez, bazılarımız bazı meseleleri çok çabuk unutuyoruz. Mesela, yirmi yıl önce, Kıbrıs efsanevi lideri Rauf Denktaş’a, dönemin başbakanının neler söylediğini; : "Yapılacak bir şey varsa buyur Kıbrıs'ta onu yap. Ne anlatacaksan Kıbrıs'ta anlat.” Sayın Denktaş’ın da; "Yunanistan Türkiye'nin teslim olmasını istiyor, Türkiye AB'ye girmek için Yunanistan'ın her istediğini yapmak zorunda mı? Bu Türkiye'nin resmi politikası değildir. Bence Başbakan Kıbrıs konusunda kandırılmıştır" dediğini kimler hatırlıyor? Kimler, dost ve kardeş bildiğimiz ülkelerin halen Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni neden tanımamış olduklarını sorgulamıyor?
Buradan Kıbrıs tarihinde öncesi ve sonrası ile özellikle II. Abdülhamid döneminde nelerin yaşandığı nelerin kaybedildiği ve Ermenilerin bunu nasıl kullanmış olduklarına kronolojik olarak geleceğiz…
DEVAM EDECEK
Kenan Mutlu Gürses