30 Ekim 2013
John Dewey; ‘’Eğer geçmiş, hakikaten olmuş bitmiş ise, ona karşı alacağımız yalnız bir tavır vardır: Ölüleri kendi hallerine bırakmak. Fakat geçmiş zaman bilgisi, bugünü anlamak için bir anahtardır. Tarih geçmiş ile uğraşır. Geçmiş ise, bugünün tarihidir’’ der.
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ün 21 Mart 1923’de Kızılay Kadınlar Kolu’nun düzenlediği çay ziyafetinde, KONYA kadınları ile yaptığı konuşmanın bir bölümünde bakın neler diyor:
‘’…….Sayın Hanımlar, Düşmanlarımızı aldatan bu dış manzara bilhassa kadınlarımızın şeklinden, giyiniş tarzlarından ve örtünüş şekillerinden çıkıyor. Onların aldanmalarına sebep olan bir diğer nokta da yabancılarla temas edebilecek durumda bulunan kadınlarımızın tavır ve hareketlerinin millî tavır ve hareketlerimizin örneği olmayıp, belki Avrupa tavır ve hareketlerinin taklidi olarak görülmesidir. Gerçekten memleketimizin bazı yerlerinde, en çok şehirlerimizde, giyiniş tarzımız, kıyafetimiz bizim olmaktan çıkmıştır. Şehirlerdeki kadınlarımızın giyinişlerinde iki şekil ortaya çıkıyor: ya çok kapalı, ya da çok açık. Bunun her ikisi de şeraitin tavsiyesi, dinin emri dışındadır. Bizim dinimiz kadını her iki aşırılıktan da hariç tutmuştur.
Dinimizin tavsiye ettiği örtünme hem hayata, hem fazilete uygundur. Kadınlarımız şeraitin tavsiyesi, dinin emri gereğince örtünselerdi ne o kadar açılacaklardı. Şeraite uygun örtünme, kadınlar için güçlük vermeyecek, kadınların toplum hayatında, iktisadi hayatta, gündelik hayatta, erkeklerle işbirliği etmesine engel olmıyacak basit bir şekilde bulunacaktır. Bu basit şekil toplum hayatımızın ahlak ve usullerine de aykırı değildir.
Giyiniş tarzımızı aşırılığa vardıranlar, kıyafetlerinde aynen Avrupa kadınını taklit edenler, düşünmelidir ki, her milletin kendine göre gelenekleri, kendine göre adetleri, kendine göre milli özellikleri vardır. Hiçbir millet aynen diğer bir milletin taklitçisi olmamalıdır. Çünkü böyle bir millet ne taklit ettiği milletin aynı olabilir, ne de kendi milliyeti içinde kalabilir. Bunun sonucu şüphesiz hüsrandır.
Bizim örtünme meselesinde göz önüne alacağımız şey, bir yandan milletin ruhunu, diğer yandan hayatın gerçeklerini düşünmektir. Örtünmedeki aşırılıktan kurtulmakla bu iki ihtiyacı sağlamış olacağız. Giyiniş tarzımızda milletin ruhî ihtiyacını temin için İslâm ve Türk hayatını başlangıçtan bu güne kadar gereği gibi araştırma ve etrafı ile açıklamamız gereklidir. Bunu yaparsak görürüz ki, şimdiki giyiniş tarzımız ve kıyafetimiz onlardan başkadır, lâkin onlardan daha iyidir diyemeyiz. Bizim kadın hayatımızda, kadının giyiniş tarzında, yenilik yapmak meselesi bahîs konusu değildir. Milletimize bu hususta yeni şeyleri bellettirmek zorunluluğu karşısında değiliz. Belki ancak dinimizde, milliyetimizde, tarihimizde zaten mevcut olan seçkin âdetleri yeniden canlandırmak bahis konusu olabilir. Biz başlı başımıza fert olarak, her türlü şekilleri uygulayabilir, kendi zevkimize, kendi arzumuza, kendi terbiye ve seviyemize göre istediğimiz kıyafeti seçebiliriz. Ancak bütün milletin uygun görebileceği şekilleri, bütün milletin hayatında uygulama kabiliyeti olan kıyafetleri her halde halkın gene beğenişinde aramak lâzımdır. Bazı milletlerin zevk dünyalarını memleketimizde uygulamaya kalkışmak hatâdır. Bu yol, toplum hayatımızı gelişme ve yücelmeye götürmez.
Daha selâmetle, daha dürüst olarak yürüyeceğimiz yol vardır. Büyük Türk kadınını çalışmalarımıza ortak kılmak, hayatımızı onunla birlikte yürütmek, Türk kadınını bilim, ahlâk, toplum ve ekonomi hayatında erkeğin ortağı, arkadaşı, desteği yapmak yoludur. Eğer kadınlarımız şeraitin tavsiye, dinin emrettiği bir kıyafetle, faziletin gerektirdiği bir hareketle içimizde bulunur, milletin bilim, sanat ve toplum hareketlerine katılırlarsa, bu hâlî, emin olunuz milletin en müteassıbı bile takdir etmekten kendini alamaz. Aksine o hâlin aleyhinde söylenecek sözlere karşı belki onun öncülerinden fazla savunucusu olur. (……..)
Örtünme şekli meselesinde kolaylıkla, güvenle yürüyebilmek, dinin, eski millî geleneklerin, akıl ve mantığın, ahlâkın emrettiği tabiî ve basit şekli kabul etmektir. Seçkin dinimizin tarif ettiği şekilden faydalanma ve onu hayatımıza uygulama, maksada ulaşmak için yeter. (…….)
Bundan dolayı kadınlarımız, hattâ erkeklerden daha çok aydın, daha çok feyizli, daha fazla bilgili olmağa mecburdurlar. Eğer gerçekten milletin anası olmak istiyorlarsa böyle olmalıdırlar. (…….)
Şunu ekliyeyim ki, kadınlık meselesinde şekil ve dış görünüş ikinci derecededir. Asıl mücadele alanı, kadınlarımız için şekil ve kıyafetten çok, asıl başarı kazanılması gereken alan nur ile gerçek faziletlerle süslenmek ve cihazlanmak olmalıdır. Ben saygıdeğer hanımlarımızın Avrupa kadınlarının altında kalmıyarak, aksine pek çok cihetlerde onların üstüne çıkacak nur ve bilgi ile cihazlanacaklarına kesin olarak şüphe etmiyen ve buna kesin olarak emin olanlardanım.’’
Mustafa Kemal ATATÜRK, bunları DOKSAN yıl önce söylemiş. Yüce DİNİMİZİN emirlerine şüphesiz uymamız gerekliliği hepimizin bildiği ve bilmesi lâzım gelen bir husustur.
Birlikte izliyoruz ki; HAC görevini yerine getirerek dönen bazı milletin vekilleri, DİNİN gereği olarak TBMM’ne bundan böyle başlarını örterek gireceklerini söylemişler. Bu kararlarını alırken umarım CÜZ’Î İRADELERİ ile karar vermiş olsunlar. Acaba, CÜZ’Î İRADELERİ ile bu kararlarını alırken, KÜLL-Î İRADEYİ hiç değerlendirmişler mi dir?
Önümüzde ki günlerde, TBMM’de bütçe görüşmeleri yapılacak. Bu sayın milletin vekilleri, mesela FAİZ konusundaki maddeler de, Genel Başkanları, Grup Başkanları, Maliye Bakanlarının işaretiyle mi el kaldırıp indirecekler, yoksa başlarını örtmeğe karar verdikleri gibi, CÜZ’Î İRADELERİNİ Mİ kullanacaklar? Yoksa o gün BAKARA SURESİ’Nİ yok mu sayacaklar!
Dinin gereği diyerek, sadece baş örterek hangi CENNETE gidiliyor!
KAYNAK : Yakın Tarihimiz Cilt/3 s, 257-258-285
Kenan Mutlu Gürses