KAZIM KARABEKİR'LE DEVAM

08 Mayıs 2011


Yazmakta geciktiğimin farkında olduğumu belirterek, herhangi bir mazeretin arkasına sığınmadan, Kâzım Karabekir Paşa ne demiş ona bakalım.

       İzmir İstiklâl Mahkemesi huzuruna çıkarılan –sabık Şark cephesi kumandanı- ve o sırada İstanbul mebusu olan Kâzım Karabekir paşaya, mahkeme reisi Ali Çetinkaya, ilk soru olarak şunu sormuştu:

      ‘’Zatıâliniz Milli Mücadele ve İstiklâl Harbi esnasında bir çok büyük hizmetler görmüş ve yararlıklar göstermiş olduğunuz halde, bilâhare neden muhalefete geçtiniz? Terâkkiperver fırkanın teşkilindeki hususî, umumî teşebbüsler hakkında malûmatı Aliyelerinin izah buyrulmasını rica ederim.’’

       Kâzım Karabekir Paşa demiştir ki:

       ‘’Lozan sulh konferansı esnasında başvekil Rauf bey ile baş murahhasımız İsmet Paşa arasında vahim bir suitefehhüm başlamıştı. Ben o sırada Şark cephesi kumandanı olarak, Ankara’da me’zun bulunuyordum. Bu vaziyeti haber alınca kat’î zaferimizin daha başlangıcında, Rauf bey ve İsmet paşa gibi İstiklâl mücahedemizin temel taşını teşkil eden iki devlet recülü arasındaki anlaşmazlığı gidermek için, evvelâ Rauf bey ve dönüşlerinde İsmet paşa ile nihayet Gazi paşa nezdlerinde durmaksızın uğraştım. Maalesef müsbet bir netice elde etmeğe muvaffak olamadım.

       İstiklâl mücadehemizin iptidalarından bugünkü devlet ricalimiz arasındaki daha vahim olan itimatsızlıkları gidermeğe muvaffak olan ben, şimdi daha basit olan bu durumda bir şey yapamayışımdan çok me’yustum.

     Bu durumda ben, gene ümitsizliğe düşmiyerek, arkadaşlarla daha yakın, aynı çevrede bulunmağı faydalı sayarak Birinci Ordu Müfettişliğine tayinimi istedim ve tayinim va’dini alarak Şarka döndüm.

     Cumhuriyetin ilânını Şarktan avdetimde Trabzon’da haber aldım. Fakat bu hususta bana herhangi bir i’şar olmamıştı. Yalnız Milli Müdafaa Vekâleti, Trabzon Deniz Kumandanlığına top attırılması için emir vermişti. Bu vaziyeti erkânı harbiye-i umumiyeye yazarak; henüz Şark cephesi kumandanı bulunduğum halde, ne bana ve ne de sair askerî ve mülkî makamlara (Cumhuriyetin) haber verilmemesinin bazı yanlış düşüncelere yol açabileceğini bildirdim ve vaziyetin hakiki mahiyetini ancak, iki gün sonra öğrenebildim. Bu aralık Birinci Ordu Müfettişliğine ta’yin emrim de geldiğinden İstanbul’a hareket ettim.

     Hareketimden evvel gerek Cumhur reisi Gazi Paşa hazretlerine gerekse Cumhuriyetin ilk başvekili İsmet Paşa hazretlerine samimî tebriklerimi bildirmiştim.

    İstanbul’a varışımda, Cumhuriyetin âni bir şekilde ilân edilişinden dolayı gazetelerde müthiş münakaşalar ve bu arada Rauf beyle de Ankara arasında çekişmeler tevali etiğini gördüm.

    Maal’sef pek açık olarak görülüyordu ki; büyük inkılâpların hepsinde olduğu gibi, bizde de bütün varlıkları, can ve başlarile elele verip çalışmış olan rical arasına bir takım tufeyli türediler girmiştir ve bunlar, büyük zaferle hedefe varılarak tehlikelerin ortadan kalktığını görür görmez, iktidar mevkiindekilere sokulup yaranmak için, tıpkı bir kamanın bir cismi ikiye bölüşü gibi bizi birbirimizden ayırma faaliyetinde bulunmuşlardır. Askerî vazifede bulunduğum halde, benim şahsımdan da imalarla bahse cür’et edenleri görmekle pek müteessir oluyordum.

     En büyük te’essürüm, İstanbul’da ordu müfettişi bulunduğum sıra, oraya, Topçu İhsan bey başkanlığında bir İstiklâl Mahkemesinin gönderilmesinden haberdar edilmemiş oluşumdur. İstanbul benim ordu müfettişliğim sınırı dâhilinde ve ordu müfettişleri de bölgelerindeki her türlü hususlarla ilgili bulunduğundan, bir İstiklâl Mahkemesinin İstanbul’a gönderilmesi behemehal bana haber verilmek lâzımdı.

    Derhal Ankara’ya geldim, başvekil İsmet Paşa’ya bunu şikâyet etmekle beraber, Rauf beyle aralarını bulup, eski samimiyet ve dostluğu devam ettirmeğe çok çalıştım. Bu çalışmalarım, tabiî büyük şahsiyetler arasında soğukluk yaratmak için sokulan bazı tüfeyli mahlûkların yollarını kesmeğe mâtuftu. Fırsat buldukça bu hususta, Gazi paşa hazretleri nezdinde elimden geleni yaptım. Büyük inkılâpları müteakip devlet ricalinin neden birbirine düşerek memleketlerinin birçok fenalıklara uğramalarına sebep olduklarını tarihten bildiğim gibi, bizzat kendi memleketimizin tarihinde dahi bu ayrılıkların husule getirdiği fenalıkları kaç defa görmüştük.

    Arabulmak ve soğuklukları gidermek için uğraşmalarımdan bir netice çıkmadığını ve aksine Rauf beyin bir muhalif fırka teşkil etmesi için durmaksızın neşriyat yapılıp, teşviklerde görmekle müte’ellim idim. İsmet paşa kabil değil anlaşmaya yanaşmıyordu. O kadar ki, şayet Rauf bey Gazi paşa ile anlaşır da hükûmet teşkil ederse, İsmet paşa derhal halk partisinden ayrılıp, muhalif bir fırka teşkil etmeğe kadar gidecekti.

    Gerçi arada bazı fikir anlaşmazlıkları da varsa da, daha ziyade – Lozan konferansı esnasında nasılsa başlayan- suitefehhüm ile bazı fırsat düşkünlerinin durumu bu derekeye düşürdüklerini gördüm. Rauf Bey nezdinde de çok çalıştım. Cumhuriyetin ilânında her arkadaşla istişare edecek kadar zamana sahip olunamayacak ehemmiyetli bir vaziyet hasıl olduğunu Gazi Paşa hazretlerinden öğrendiğimi, şayet bu hususta iğbırarları varsa, bunu unutmaları gerektiğini söyledim. Hattâ bir aralık gene Rauf beye, İsmet paşa nezdindeki son samimî teşebbüslerimin müessir olduğunu beyanla kendilerini barıştırmaya çalışacağımı söyledim. Muvafakat ettiler. Hattâ eğer kabahat bende ise, tarziye veririm demek ulüvvücenabını dahi gösterdiler. Fakat yazık ki, bu da olmadı. Halk fırkasının tutumu ve durmaksızın hücûmları bu arkadaşları birbirlerinden daha ziyade ayırdı.

     İsmet Paşa hazretlerinin Rauf beye, âlenen muhalif fırka teşkil etmesini teklif ettiğini gazetelerde büyük üzüntü ve ye’is duyarak okuduk. Benim için artık yapılacak bir tek iş kalmıştı ki, bunu yapmayı memleket için pek lüzumlu sayıyordum. Bu; hem mebus, hem asker olmak meselesinin halli idi. Benim gibi daha başka arkadaşlar işte böyle, hem asker, yani kumandan hem de mebus bulunuyorduk. Bu doğru değildi. Ben meşrutiyetin ilânında yani yıllarca önce dahi bu fikrimi ileri sürerek, bizlerin mebusluktan affımızı Meclis Reisliğine teklif etmiştim. O zaman Reis olan Ali Fethi beyden aldığım cevaptan, Millet Meclisinde tasvibe mazhar olmadığımı anlamıştım. Buna rağmen ben, askerin artık istisnasız surette siyasetle uğraşmaması zamanı geldiğine ka’nîdim.

     Ben şahsen hem asker, hem mebus sıfatları üstümde olduğu halde Ordu Müfettişliği vazifemi görürken, pek müşkül ve beni cidden çok üzen bazı vaziyetler karşısında kalıyordum. Asker ve kumandan olarak ta çalışamaz hâle geliyordum.’’

    Cumhuriyet’in kuruluşunu ve o dönemde yaşananları, bazıları akıllarınca ve de amaçları doğrultusunda bir taraflara çekmeye çalışmaktadırlar. Bunun onların anlattığı gibi olmadığını siz de okuyunca, anlayacaksınız. Bu konuya devam edeceğim, bekleyip görelim.

Kenan Mutlu Gürses


Kenan Mutlu Gürses © 2011 - 2024 Her hakkı saklıdır. Başa Dön