31 Ekim 2025
Özellikle Fransız İhtilali (1789) sonrasında, ortaya çıkan isyanlar ve savaşlar devam ederken, 31 Ağustos 1876 tarihinde Sultan II. Abdülhamid, (21 Eylül 1842-10 Şubat 1918) Osmanlı İmparatorluğu’nun 34. Padişahı, 113. İslam Halifesi olarak tahta çıkmıştır. Saltanatı döneminde, kendine has uyguladığı “denge” imparatorluğun ayakta kalmasını sağlamış, bu “denge” yi sürdürürken, Osmanlı İmparatorluğu jeopolitik öneme haiz birçok bölgede (Ardahan, Batum, Bosna-Hersek, Bulgaristan, Girit, Kars, Karadağ, Kıbrıs, Kuveyt, Mısır, Narda, Niş, Romanya, Sırbistan, Somali, Teselya ve Tunus) 1.592.806 km2 toprak kaybetmiştir. 31 Mart Vakasıyla 32 yıl, 7 ay 27 gün devam eden iktidarını 27 Nisan 1909 günü bırakmak durumunda kalmıştır.
Sultan II. Abdülhamid’in şehzadeliği dönemi dikkatlice okunduğunda, kardeşlerine rağmen, her konuda ne kadar başarılı olduğu açıkça bilinmektedir. Çiftliklerinden elde ettiği büyük servet, parasını değerlendirirken, Çelebi Dimitraki-Yorgo Zarifi’den akıl alan, kambiyo ve menkul kıymetler borsasında hisse senedi alıp satan, tutumluluğu ile dillerden düşmeyen Abdülhamid. Amcası Sultan Abdülaziz ile birlikte gerçekleştirdiği Avrupa gezisinde (30 Haziran 1867- 7 Ağustos 1867) Avrupa başkentlerini gören, Kraliçe Victoria tarafından Balmoral Kalesi’nde ağırlanan, birçok devlet adamını tanımış olan, Türkçe, Farsça, Fransızca, Arapça, Tarih, piyano, keman, batı müziği dersleri alan, yağlı ve sulu boya resimler yapan, marangozluk zanaatında maharetli olan ve aşırılıklardan uzak sade bir hayat yaşayan şehzade Abdülhamid…
Padişahlığı döneminde yaptıkları, yapamadıkları ve yanlış yaptığı sayısız konu vardır. Bir kesim ULU HAKAN, GÖK HAKAN derken, bir kesim de özellikle yabancılar KIZIL SULTAN demiştir. Tarih sayfalarına ön yargısız baktığınızda, Sultan II. Abdülhamid’in ne ULU HAKAN ne GÖK HAKAN nede KIZIL SULTAN olmadığını görürsünüz. KIZIL SULTAN ifadesini, Fransız yazar Albert Vandal’dan alarak, kullanan Osmanlıların dar bir çevre de sayıları belirlenecek kadar az olduğu da bilinmektedir. Büyük bir çoğunluk, ULU HAKAN derken, bu sıfatı neden kullandığının farkında bile değildir. Daha doğrusu PADİŞAHIM ÇOK YAŞA kültürüdür. Eğinli Said Paşa, hatıralarında bu sloganı dua olarak tanımlamaktadır. Kısaca ULU HAKAN sıfatını kullananlarla günümüzde de konuştuğunuz zaman, çoğunluğun yeterli bilgiye sahip olmadıklarını açıkça görebilirsiniz…
Saltanatının ikinci yılında Osmanlı-Rus Savaşı’nı kaybeden, Kıbrıs’ı İngilizlere kiralayan Sultan II. Abdülhamid.
Sultan II. Abdülhamid’in yaptıklarının, yaptırdıklarının büyük bir bölümünü ULU HAKAN diyenler gerçekten bilmemektedirler. O’nun Osmanlı coğrafyasında yaptıklarının, yaptırdıklarının neler olduğunu söz konusu yöre insanlarının belki ancak yüzde biri bilmektedir. Siz, Anadolu coğrafyasında ULU HAKAN diyenlere, sizin memleketinizde Sultan II. Abdülhamid döneminde neler yapılmıştır diyerek, sorun bakalım ne cevap alacaksınız? Veya cevap alabilecek misiniz?
Acı olanı, Sultan II. Abdülhamid hakkında Batı devletleri, O denge politikası yürütüyorum derken, O’nun hakkında çizmeyi aşarcasına, ifrat ve tefrit derecesine varan son derece çirkin, tahkir edici sıfatları kullanmaktan geri kalmamışlardır. O dönem ve sonrasında, ULU HAKAN diyenlerimiz, o adice sarf edilen sıfatlar hakkında karşı durmamış, kalem oynatmamışlardır.
Daha ziyade devrinde öne çıkarılan sıfatların verilme sebebi olarak gösterilen Ermeni Sorunu konuyla ilgili hemen her haberde tek cümlede olsa vurgulanmıştır.
Osmanlıya karşı olan, özellikle Ermenileri kışkırtan Fransız Akademi üyesi, tarihçi, yazar Albert Vandal “Le Sultan Rouge” “KIZIL SULTAN” sıfatını kullanmıştır. Müslüman ve Türk düşmanı İngiltere Başbakanı Gladstone, bu sıfatı her fırsatta kullanarak, Avrupa da yayılmasının aracı olmuştur. Tarihe ve kişiye saygı gösterme erdemine sahip olmayanlar, doğruları, yanlışlarıyla beraber, daima ön yargılı olmuşlardır.
Saltanatı boyunca önce 1870'lerin ortalarındaki Balkan Krizi'nde, sonra bilhassa 1890'lardaki Ermeni isyanlarında aldığı tedbirler nedeniyle Batı kamuoyunda olumsuz ithamlara ve yakıştırmalara maruz kalmıştır. Osmanlı Sultanı olarak sürekli ötekileştirilen II. Abdülhamid için hakaretlere varan "Kızıl Sultan", "Büyük Cani-Katil ",“despot” "Büyük Katil" “büyük cani, istibdatçı, zalim, diktatör” “fırsatçı, Ermeni katliamlarının müsebbibi, korkak, huysuz ve sinirli" gibi yakışıksız tabirler kullanılmıştır.
“Şeytani tahtında oturan Melun Abdul”, tabirini Şair William Watson'un bir sonatında ilk kez kullandığı, yine bir din adamı olan Dr. (Joseph) Parker'ın Sultan'a "Tanrı onun belasını versin", Fransız Edebiyatçı Anatole France’ın, Sultan'a "korkudan çılgına dönmüş despot" dediği bilinmektedir.
Fransız gazetelerdeki haber ve yazılarda en dikkati çekeni, batıda ki ismiyle özdeşleşen "Kızıl Sultan" ibaresidir. Bazılarında bu ibare haber başlıklarına dahi çekilmiştir. Bütün bunların yanında bir de “KIZIL HAYVAN” sıfatı kullanılmıştır. Bunu da Sultan II. Abdülhamid’den dinleyelim.
“KIZIL HAYVAN”!
l.Mart.1333 (1917) Beylerbeyi Sarayı”
“Musahibim evvelki gün Fransızca 'küçük bir kitap getirdi. Adı: «Piyer Kiyar'ın Hatırasına» dır. Methiye ve hicviyelerden yapılmış bir kitapçık. Övülen, Piyer Kiyar, yerilen de ben… «Piyer Kiyar'ı, ismen bilirim. Yirmi üç yıl önce İstanbul'a gelmişti. Ermeni mekteplerinde fesad muallimi idi. Üç dört sene kaldıktan sonra da def olup gitti. Tuhaf! Bana : (KIZIL HAYVAN - Bete Rouge) lakabını takan Piyer Kiyar' mış. Sözü bilirdimse de ortaya atanını bilmezdim. Taşıdığım yabancı ülke nişanları kadar, yine o yabancı ülkeler tarafından bana yakıştırılmış böyle birçok unvanlarım vardır! Ben, bunlarla iftihar etmekte haksız değilim, İşte bakınız, «KIZIL HAYVAN» payesinin verilme sebebini bu kitaptan öğrendim. Ve öğreten de Aharonyan, Çobanyan adındaki iki Ermeni hatibinin hararetli nutuklarıdır!
Musahibimin getirdiği kitapta ünlü, ünsüz bir sürü Fransız Edebiyatçısının da nutuk tarzında hicviyeleri var ise de «KIZIL HAYVAN» isminin niçin konmuş olduğunu, insan dış düşmanlarından değil, iç düşmanlarından işitmek ve öğrenmek ister. Böylesi daha belgeli ve güven verici olur…
Aharonyan efendi de, Mösyö Çobanyan da ağız birliği edip ballandıra ballandıra anlatıyorlar ki: Piyer Kiyar, Ermeni okullarına öğretmen olarak 1893 yılında İstanbul'a gelmiş, Ermeni gençlerine felsefe ve edebiyat tarihi ile birlikte «Türklerin boyunduruğundan kurtulmak için çalışmak» dersleri vermiş!. Ermeni öğrencilerinin felsefe ile edebiyat tarihi derslerinden ne kadar yararlandıkları belli değildir ama ihtilâlciliği öğretmek ve inandırmakta o kadar başarı kazanmış ki; «Sason» meselesinde, «Zeytun» meselesinde, yâni. Ermeni kanının dökülüp, Ermeni ocağının sönmüş olduğu her meselede, bu Piyer Kiyarı minnet ve şükranla anmak, Ermeni cemaatine kutsal bir vazife olmuş!
Piyer Kiyar ele geçiyor. Zabıta bir aralık, Ermeni hesabına çalışan bu Fransız’dan şüpheleniyor ve tutukluyorsa da, Fransız sefaretinin müdahalesi üzerine ben serbest bırakıyorum. Gerçekten de bu mesele ve sefaretin bu yoldaki müdahalesi hatırıma geldi. Piyer Kiyar, hapisten çıkmış ama kendisini emniyette göremediğinden ki, yemin ederim şahsı için bizim taraftan hiçbir tehlike mevzubahis değildi ve bunu kendisi pekiyi bilirdi, İstanbul'u terk ediyor.
Ve o kadar sevdiği Ermenileri de demek ki, önce Allah'ın koruması ve esirgemesine, sonra da benim şefkat ve merhametime bırakıp gidiyor. Bunu söyleyenler, birçok Fransız la beraber, mösyö Aharonyan ve Çobanyan efendilerdir. Mazlum Ermeni milleti adına heyecanlanmış ve ayaklanmış bu fedakâr mücahit, yani Piyer Kiyar, İstanbul'daki mikdarı her halde çok olmayacak aylığını bırakıp Fransa'ya dönmek zorunda kalıyor ve Ermeni kıyımını haber seriyor! O vakte kadar koca Avrupa'nın bu faciadan haberi yokmuş ve hükümetler de bizden yana çıkıp işi susmakla geçiştiriyor muş… Bunu söyleyen ben değilim; birçok Fransız ve Ermeni hatibi ile muharrirleri... Hattâ İstanbul'daki saygı toplantısında Hüseyin Cahit Bey bile bulunmuş ve işitmiş! Piyer Kiyar Avrupa'ya gittikten ve Ermenilerin yürek paralayan maceralarını hiçbir şeye aldırış etmeyen menfaatçi insanlık dünyasına haber verdikten sonra bile Ermenilere olan muhabbetini tatmin edememiş ve bu sevdanın hızı ile (Illustration) un muhabirliğini kapıp gittiği Yunan Ordusunda gönüllü bulunmuş ve Türklerle savaşmış da!.. Bu da o kitapta yazılı! Şimdi, (KIZIL HAYVAN) diye aşağılanan bu insan, tüm âdem oğlundan sorar ki, Meselâ İzmirli Übeydullah Efendi kalkıp tâa Hindistan'a gitseydi ve orada azınlığı değil, çoğunluğu yapan Müslümanların, bizim Ermeniler kadar da temel haklara sahip olmadığını görüp, üzüntüsünden ve kederinden bu çaresiz kalmış Müslümanlara : «Sizin de yoksul olmamak, zulüm görmemek, hakarete uğramamak gibi bir hakkınız vardır» deseydi ve demekte ısrar etseydi, en çok insan sever, haksever ulularından geçinen Hindistan Valisi bizim Türk hocasının sarığına teşekkür mü ederdi?.
KAYNAKLAR;
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/2844642
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1905814
https://www.academia.edu/4045674/Abd%C3%BClhamitin_Hat%C4%B1ra_defteri
https://www.tdadergi.com/arsiv/213_Arastirma.pdf
https://islam-tr.org/konu/sultan-ii-abdulhamid-hanin-yazdigi-hatiralari.14314/
https://kitap.mollacami.com/hatira-defteri/allah-taksiratini-bagislasin.html#google_vignette
https://gencgelisim.com/kategoriler/genc-gelisim/5115-ii-abdulhamide-kizil-hayvan-lakabini-kim-takti.html
https://tariharsivi.org/icerik/2447/index.php?28f0qeena8122fc_y/h-i9001430001668n7.sex
http://www.belgelerlegercektarih.wordpress.com
Kenan Mutlu Gürses