10 Ekim 2023
M.S. 1845 - MATEOS İZMIRLIYAN
[Mateos İzmirliyan 12 Şubat 1845’de Kumkapı’da doğmuş, öğrenimini tamamladıktan sonra 1862’de Ortaköy Ermeni Mektebine öğretmen tayin edilmiş ve iki sene sonra da ruhbanlık mesleğine girmiştir. 1871 tarihinde Ermeni Patrikhanesi Ruhanî Meclisi’ne üye seçilmiş, aynı zamanda ruhanî meclis başkâtipliği vazifesi de kendisine verilmişti. 1874 yılında Bandırma Ermeni murahhasalığı’na tayin olunmuş, aynı sene zarfında Eçmiyazin’e giderek piskoposluk ünvanı almıştır.
Genç yaştan itibaren Patrikhane’nin çeşitli kademelerinde görev yapan İzmirliyan, Ermeniler tarafından Sadaret’e verilen muhtırayı hazırlayan komisyonda yer almıştı. Krımyan tarafından düzenlenmiş olan bu muhtıraya daha sonra bazı maddeler daha ilave edilmiştir. 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşının son bulduğu sıralarda Patrik Nerses ve İzmirliyan’ın reisliklerinde Ermeni Meclisi, gizli bir surette toplanarak, Rus çarına verilmek üzere Eçmiyazin Katagikosluğu’na bir muhtıra gönderilmesine karar vermişti. İstanbul Ermeni idarecileri, Katagikos IV. Kevork’un Ermeni sorununa karışmasını ve Türkiye Ermenilerinin ricalarını kendisi veya bir devlet aracılığı ile Rus Çar’ına ve sonra da Avrupa devletleri delegeleri kongresine vermesini gerekli görmüşlerdi. Katagikosun kandırılması işi Mateos İzmirliyan’a verilmiş, Eçmiyazin’e varan İzmirliyan, katagikos tarafından kabul edilmiş, fakat İzmirliyan’ın konuşmalarından bir sonuç çıkmamıştır. Katagikosun hareket şekli ve siyaseti değişmemiş, İzmirliyan eli boş olarak Nisan ayı başlarında İstanbul’a dönmüş ve uğradığı başarısızlığı anlatmıştır. 1879 yılında Patrikhane’de başka bir göreve tayin olunmuş, beş ay sonra istifa etmiştir. İzmirliyan, Galata, Üsküdar ve Yenikapı piskoposluklarında da bulunmuş, 1886 da Mısır Ermeni murahhasalığına tayin olunmuştur. İzmirliyan, 1892 yılında tüm Gregoryen Ermenilerin Katagikosluğu için aday gösterilmişti.
Mateos İzmirliyan’ın İstanbul Ermeni Patriği Olması
Horen Aşıkyan’dan sonra, İzmirliyan Efendi, 1894 yılının sonlarına doğru, İstanbul Ermeni Patriği seçilmiştir. Meclis-i Cismanî Reisliğine Gabriyel Efendi, Kitabeti’ne de Galata Ermeni Mektebi Müdürü Musedciyan Efendi tayin edilmişlerdi. Philip Currie, Patrik seçilmesinden hemen sonra İzmirliyan’ı çok sıcak bir şekilde kabul etmiş, bu görüşme sırasında ona, Ermeniler harekete geçtiği takdirde, bütün vasıtalarla Ermenileri desteklemeyi vaad etmişti. Bunun üzerine İzmirliyan, her alanda ona danışmaya ve koordineli olarak harekete başlamıştı. 2 Ocak 1895’te İzmirliyan’ın İstanbul Gregorien Ermeni Patrikliği Padişah tarafından onaylandı. İzmirliyan seçimden sonra Ermeni genel meclisinde yaptığı konuşmada da Ermenilerin oturdukları bölgede Ermeniler arasında kurulacak bir meclisle kendi kanunlarını kendilerinin yapması ve uygulamasını öngören muhtariyet anlayışını izah etmişti. Köylerinden kovulan veya uzaklaştırılanların vatanlarına dönmelerini, zarar ve ziyanlarının tazminini istemiş, önceki patrik zamanında kaldırılan Eçmiyazin Katagikosu’nun bir emirnamesini bütün kiliselerde tekrar okutmuş, Bab-ı Ali lehine halka acele bir dilekçe hazırlatarak gönderen Edirne piskoposunu bu hareketinden dolayı azarlamıştı. 16 Ocak 1895’de İstanbul İngiltere Büyükelçisini ziyaret eden İstanbul Ermeni Patriği İzmirliyan, Bitlis Tahkik Heyeti’nde Ermenilerin şahitlik yapmaktan korktuklarını, heyetin gerçeğe ulaşacağına inanmadığını, eyaletlerden gelen mektup ve telgrafların durdurulduğu için haber alınamadığını, yüksek dereceli rahiplerin çoğunun hapiste olduğunu belirtiyor ve İngiltere’ye desteği için teşekkür ettikten sonra, eğer birşey elde edilmesi garanti altına alınmadan bu destek kesilirse durumun eskisinden de daha kötü olacağını vurguluyordu.
İzmirliyan ve Ermeni Olayları
İzmirliyan’ın İstanbul Ermeni Patriği olmasından sonra Anadolu’nun birçok vilayetinde karışıklıklar çıkmış, Ermeni isyanları bir çığ gibi büyümüştür. İzmirliyan’ın bu olayların çıkmasında nasıl bir rol oynadığını görmek için, 30 Eylül 1895’de İstanbul’da çıkan ve Bab-ı Ali Gösterisi olarak adlandırılan olaylar iyi bir örnek olacaktır. Hınçak Komitesi, Bab-ı Ali gösterisinden iki gün önce, Islahat komisyonunun raporunu protesto etmek üzere, 28 Eylül’de büyük devletlerin elçilerine bir bildiri vermiştir. İstanbul’da ihtilalci bir Ermeni eyleminin hazırlanmakta olduğu konusunda uyarılmış bulunan Zabtiye Nazırı Nazım Paşa, hoş olmayan olayların meydana gelmesini önlemek için İzmirliyan’dan elinden geleni yapmasını istemiştir. Ayrıca, komite üyelerinin, Ermeni hürriyet saatinin çalmak üzere hazır olduğu ve Ermeni halkının pek yakında Türk buyruğundan kurtulacağı yolunda kamuoyunda gizlice telkinatta bulunduklarını ona duyurmuştur. İzmirliyan, Nazım Paşa’ya yazdığı her cevapta kendisinin polis memuru olmadığını bildirmiştir. Adliye Nazırı da, İzmirliyan’ı yakında olması muhtemel gösteriyi akıllıca durdurması ve önlemesi için görevini yapmaya davet etmiştir. Aksi takdirde Bab-ı Ali tarafından kendisinin sorumlu tutulacağını da bildirmiştir. Zaptiye Nazırı Nazım Paşa, 30 Eylül sabahı Sadrazam’dan aldığı emirle Kumkapı Patrikhane Kilisesi’ne giderek, patriği görmek istemiş, Patriğin gelmediği anlaşılınca, Ruhanî ve Cismanî meclis üyelerinden getirttiği birer kişiye Dâhiliye Nazırı’nın emrini okumuş, ayrıca patriği de tekrar bir bildiri göndermiştir. Aynı gün, Kumkapı’daki Patrikhane kilisesinde 3-4 bin kadar Ermeni toplanmıştır. Bunların arasında özellikle Bitlisli, Vanlı ve Muşlu erkek, kadın ve kızlar çoğunluğu meydana getirmişlerdi. Patrik İzmirliyan, Kumkapı Kilisesi’nde toplanan Ermenilere biraz uzun sayılabilecek bir vaaz vermiş, bununla birlikte, meydana gelmesi muhtemel karışıklıklara ve Ermeni cemaatinin sessiz ve sakin kalması için kendisini tedbir almaya çağıran Bab-ı Ali’den aldığı uyarılara hiç temas etmemiştir. İzmirliyan, ayinden sonra törenle kiliseden çıkarken, Beyoğlu sanat okulu öğrencilerinden birisi, ona “Ermenilere yardım için 6 büyük devlete müracaat etmesini tavsiye etmiş” ve “eğer bu teklifleri kabul edilmezse Ermenilerin nasıl ölmeyi bildiklerini gösterebileceklerini” sözlerine eklemiştir. Buna karşılık İzmirliyan, “kendisinin, görevinde kusurlu olmadığını ve devletlere müracaatta bulunacağını” bildirmiştir. İzmirliyan’ın Patrikhane’ye dönüşünde toplanan göstericiler, Kumkapı’dan Bab-ı Ali’ye doğru ilerlemeye başlamışlar ve olaylar çıkarmışlar, Jandarma Binbaşısı Servet Bey’i öldürmüşlerdir.
Göstericilerin büyük bir kısmı kiliselere ve Kumkapı, Galata, Beyoğlu, Hasköy istikametinde kaçmışlar, geçtikleri yerlerde de rastgele ateş açarak terör havası estirmişlerdir. Bu büyük olay Müslüman halkı öfkelendirmiş ve netice itibarıyla karşılıklı öldürme olaylarına yol açmıştır. Sonuçta Ermenilerin saldırıları kontrol altına alınmıştır. Kiliseleri boşaltmak, kamu düzenini sağlamak ve böylece Müslüman halkı yatıştırmak için, önce etkili üst düzey Ermeni görevliler Patrik İzmirliyan’ın yanına gönderilmiş, fakat bu teşebbüs başarısız kalmıştır. Kiliselere sığınan komitecilere, polis tarafından yiyecek bırakılmadığı yolunda elçilere müracaat edilmesi üzerine, altı devlet elçisi tarafından Bab-ı Ali’ye ihtarda bulunulmuş, İzmirliyan’ın başvurması üzerine de yine bu devletlerin elçileri tarafından kiliselere sığınanların serbest bırakılmaları istenmiş, Bab-ı Ali’de bunu kabul etmiştir. Bu teşebbüslerinden dolayı İzmirliyan elçilere teşekkürlerini sunmuştur.
İstanbul’da meydana gelen olaylardan sonra iyice hırçınlaşan İzmirliyan, bir din adamından çok bir komiteci gibi hareket ederek, adeta Hınçak Komitesi’nin tüzüğünde yazılı olanları dünya kamuoyuna aksettirmiştir. Can, mal, ırz ve din gibi en hassas konular üzerinde duygu sömürüsü yaparak dünya kamuoyunu yanlarına çekmek istemişlerdir. Patrik, hükümet tarafından sıkıştırıldığında hemen istifaya yönelmiş, bu davranış Ermenilerce istismar edilmiştir. İzmirliyan, bütün Ermeni kiliselerinde fesada karşı öğüdünün okunmasına karar verdiği halde, bu kararı; ruhanî ve cismanî heyetlerinin müştereken aldıkları kararla tehir ettirmiş, dindaşlarına çatışmadan uzak durmalarının öğütlenmesi yolunda yapılan istekleri yokuşa sürmüş, Rus, Fransız ve İngiliz sefaretleri tercümanlarının, komitecilere öğüt vermesi yolundaki isteklerini ise “Bunları tanımadığını, ama Ermeni ileri gelenlerinin bu yolda ellerinden geleni yapmalarını tembihleyeceğini” söyleyerek kabul etmiştir.
Nihayet, Bab-ı Ali’nin ısrarları karşısında, devletin vaad ettiği ıslahatı beklemek üzere Ermenileri sükûta davet etmeleri için murahhasalara bir tamim gönderebilmiştir. İzmirliyan, İngiltere Büyükelçisi Philip Currie’ye gönderdiği bir başka yazısında da, İstanbul Ermenilerinin gösteri yapacakları hakkındaki şayialardan haberi olmadığını bildirerek, böyle bir gösterinin bütün sorumluluğunu reddetmiş ve İngiliz Büyükelçiliği’nin, bu gibi kötü olayların tekrarını önleyici önlemler almasını talep etmiştir. Zaptiye Nazırı Nazım Paşa, Patriğin İstanbul’da ihtilal olmasının muhtemel olduğu ve bunu önleyemeyeceği yolunda sefaretlere birer yazı göndererek yardım istediği tarzındaki haberlerin yayılması üzerine, Ermenilerin yapacakları bir hareketin zeminini oluşturduğunu, patriğin iyi niyet ve sadakatten uzak olduğunu, çıkıp çıkmaması patriğin tutumuna bağlı olan bir uygunsuzluğu önlemek için patriğin itidal ve sadakate davet edilmesi gerektiğini, aksi takdirde kendisine mesuliyet yüklenmesinin ihtiyati bir tutum olacağını Sadrazam’a bildirmiştir.
Meclis-i Vükela ise bu konuda, ülkede güvenliğin sağlanması için ilgililerce gerekli önlemlerin alınmasını kararlaştırmıştır. Osmanlı Devleti, İzmirliyan’ın yasa dışı faaliyetlerini sıkı sıkı takip ediyor, onun hareket alanını daraltmaya çalışıyordu. Polis komiserlerinden Markar Efendi’yi öldürmek kastıyla yaralayan Samik’in kaçarken Patrikhane Kilisesine sığınması üzerine Patrikhaneden bu konuda da bilgi istenmişti. İzmirliyan bu konuda yaptığı açıklamalarda, Samik’in gizlenmesi olayının zamanında ihbar edilmemesinin şüpheli ve sorumluluk gerektirecek bir durum olduğunu onaylamakla beraber, bu hususun hademenin şaşırmış olmalarından ileri geldiğini, Patrikhane Kilisesi papazlarının değiştirilmesinin mağduriyetlerine yolaçacağını, kiliselerde bu gibi durumların bir daha olmaması için icab edenlere gerekli uyarıların yapıldığını ileri sürüyordu. Bu cevabı yeterli görmeyen hükümet, fesat erbabının kiliselerde gizlenmesinin ruhanî memurlarının ahval-i gayr-i menhubesinden kaynaklandığını, adı geçen Samik’in Patrikhane kilisesinde gizlenmesinin hiçbir şekilde tevil kabul etmeyecek maddelerden olduğunu, emsaline ibret olmak üzere üzere mezkûr kilise ruhanî memurlarının ve hademesinin mutlaka değiştirilmesi ve bundan sonra bu gibi hoşa gitmeyen hareketlerde bulunan papaslar ile kilise hademesinin cezalandırılacaklarını bildiriyordu.
İzmirliyan’ın Osmanlı Hükümeti ile olan münasebetleri tamamen gerginleşmişti ve patriklik görevlerini gerektiği gibi yerine getiremiyordu. Ayrıca daha patrik seçildiği ilk günden beri, onun uzlaşmaz tavrını tasvip etmeyen Ermeni aristokratları ve Bab-ı Ali hizmetindeki yüksek seviyeli memurlar ona istifa etmesini tavsiye ediyorlardı. Hariciye Nezareti Müşteşarı Artin Dadyan Paşa, çok popüler ve iyi bir hatip olan İstanbul’daki Kudüs Patriklik naibi Mgr. Kevork Yeretzyan’ı, yakın dostu İzmirliyan’ı istifasını vermeye ikna etmesi için görevlendirdi. İngiltere Büyükelçisi P. Currie de ondan desteğini çekmişti. İzmirliyan’ın kendi halkına faydalı olamayacağını ve neticede patriklik makamında oturamayacağını düşünüyordu. Mateos İzmirliyan, 3 AĞUSTOS 1896 tarihinde Adliye ve Mezahib Nezareti’ne, artık üzerine aldığı İstanbul Ermeni Patrikliği vazifesini devam ettiremeyeceğini bildiren istifasını sundu. İzmirliyan’ın vermiş olduğu istifa, Encümen-i Mahsus-ı Vükela’da görüşülmüş, adı geçen patriğin, Ermeni olaylarının en başlı tertipleyicisi ve düzenleyicisi olduğu gibi çıkan olayların çoğunlukla ateşleyicisi ve teşvikçisi olduğundan, kendisinin patriklik makamından bu suretle vukubulan istifasının kabulünün Ermeni olaylarının önlenmesine yardımcı olacağı düşünülmüştü.
İzmirliyan’ın istifası üzerine, hemen bir patrik kaymakamı seçtirilmesi, Mateos İzmirliyan’ın mazulen İstanbul’da ikametine devam etmesinin uygun olmayacağından, Kudüs’e gönderilmesi ve kendisine hazineden 2000 guruş maaş tahsisi kararlaştırılmıştı. Nihayet İzmirliyan, Girit vapuruyla İstanbul’dan ayrılmış, Yafa’daki Ermeni manastırına ulaşmıştı ve oradan da Kudüs’e gidecekti. Patrik İzmirliyan’ın istifasından sonra, Bab-ı Ali, onun patrikliği zamanında mevcut bulunan sivil ve dini meclislerin yerine, din adamlarından ve 8 laik üyeden oluşan karma bir meclisi geçici olarak görevlendirdi. Bu karma meclis Kumkapı Patrikhanesi’nde toplandı ve Bursa Arşöveki Mgr. Bartholomeos’u Patrik vekili seçti. Oniki yıl Kudüs’te kalan İzmirliyan’ın hal ve hareketleri Osmanlı Devleti tarafından sıkı bir şekilde takip edilmiştir.
İzmirliyan’ın İkinci Defa İstanbul Ermeni Patriği Seçilmesi
II. Meşrutiyet’in ilan edilmesiyle birlikte genel af ilan edilmiştir. Genel af, İstanbul’daki evlerine artık serbestçe geri dönebilecek tüm siyasal mülteci ve sürgünleri de kapsamıştır. II. Abdülhamid tarafından görevinden alınarak Kudüs’e sürülen İzmirliyan da bu aftan istifade ederek 13 AĞUSTOS’ta İstanbul’a gelmiştir. Hürriyetin ilanından bir kaç gün sonra, İstanbul Ermeni Patriği Ormanyan Efendi, Sultan II. Abdülhamidle iyi ilişkiler içinde olması nedeniyle Ermeni komitelerinin yoğun eleştiri ve hücumlarına uğramış, patriklik makamından istifaya davet edilmiş, bütün bunlardan sonra Ormanyan Efendi görevinden çekilmek zorunda kalmıştır. Ormanyan’ın Patriklikten ayrılmasından sonra Ermeni Patrikhanesi’nde bir ruhban heyeti oluşturularak, patrik seçimi için gerekli hazırlıklara başlanmıştır. Ermeni Patrikhanesi’nden Sadaret’e gönderilen ve Ermeni Patrikhanesi Meclis-i Umumisi tarafından düzenlenip imzalanan 5 Kasım 1908 tarihli mazbatadan anlaşıldığına göre; Ermeni Patrikhanesi Meclis-i Umumisi’nin 4. toplantısında verilen karar gereğince, boş olan Ermeni patrikliklik makamına seçilecek adayı belirlemek amacıyla 4 Kasım 1908’de Patrikhahe Kilisesi’nde seçim yapılmış, Patrik Kaymakamı Turyan İgişa’nın başkanlığında toplanan Ermeni Patrikhanesi Meclis-i Umumisi, 5. toplantısında üyelerin gizli oylarıyla ve ittifakla Mateos İzmirliyan’ı İstanbul Ermeni Patriği seçmiştir. Ermeni Patriğinin seçilmesine dair takrir Adliye Nezareti’ne gönderilmiş, daha sonra Meclis-i Vükela’da okunmuş ve seçim muameleleri usulüne uygun bulunarak onay için mabeyne gönderilmiş, padişah 9 Kasım 1908’de bu seçimi onaylamış, İzmirliyan Efendi, maiyetiyle birlikte padişah tarafından kabul edilmiştir. İzmirliyan Efendi, Patrik görevinde fazla kalmamış, aradan biraz zaman geçtikten sonra Eçmiyazin Katagikosu seçilmiştir.
Mateos İzmirliyan’ın Eçmiyazin Katagikosu Seçilmesi
1892 yılında Eçmiyazin Katagikosu seçilen Krımyan’ın 1907 yılının Kasım ayında ölmesi üzerine yeni bir katagikos seçimi için çalışmalara başlanmıştır. Katagikosluk seçimi 14 Kasım 1908’de Eçmiyazin’de yapılmış, 78 üyelik sinodun 73 üyesinin oyuyla vefat eden Krımyan’ın yerine İzmirliyan, Eçmiyazin Katagikosu seçilmiştir. İstanbul Ermeni Patriği İzmirliyanla, İzmir Ermeni murahhasa vekili ve eski İstanbul Patrik kaymakamı Yegişa Turyan tüm Gregoryen Ermenilerin katagikosluğu için aday olmuşlar, İzmirliyan oyların büyük çoğunluğunu almıştır. Rusya’nın İstanbul Büyükelçiliği, 12 Ocak 1909 yılında Hariciye Nezareti’ne müracaat ederek Rusya İmparatoru’nun İzmirliyan’ın katagikosluğunu onayladığını belirterek, Osmanlı vatandaşı olan İzmirliyan’ın vatandaşlıktan çıkarılarak, Rusya’ya gitmesine izin verilmesini Bab-ı Ali’den resmen talep etmiştir. Bunun üzerine, Rusya Sefareti’nin İzmirliyanla ilgili takriri Meclis-i Vükela’da görüşülmüş ve İzmirliyan’ın, katagikosluğu kendisinin de istediği anlaşıldığından, Osmanlı tabiiyyetinden çıkarılması ve Rusya’ya gitmesine izin verilmesinin uygun olacağına karar verilmiş ve 11 Şubat 1909’da padişah bu kararı onaylamıştır. Ermeni Patriği İzmirliyan’ın Eçmiyazin Katagikosluğu makamına seçilmesini Rus çarının tasdik ettiğini İstanbul Rus sefiri İzmirliyan’a tebliğ etmiş, İzmirliyan Efendi de Rus çarına bir teşekkür telgrafı göndermiştir. İzmirliyan, 1909 senesi Mayıs’ının 29’unda İstanbul’dan Odesa’ya ve oradan da Çar’ın huzuruna çıkmak üzere Petersburg’a gitmiştir. İzmirliyan, Eçmiyazin Katagikosuğu görevinde yaklaşık olarak iki yıl kaldıktan sonra ölmüştür. Mateos İzmirliyan, İngiliz, Fransız ve Amerikan kamuoyunun da geniş desteğini sağlayarak Ermenilerin can ve mal güvenliğini sağlamak adına dünya kamuoyunu etkilemeye çalışmış, ihtilalcilerle işbirliği yapmıştır. Bir din adamından çok bir komiteci gibi hareket eden İzmirliyan, adeta Hınçak Komitesi’nin tüzüğünde yazılı olanları dünya kamuoyuna aksettirmek için çalışmış, can, mal, ırz ve din gibi en hassas konular üzerinde duygu sömürüsü yaparak dünya kamuoyunu yanlarına çekmek istemiştir.] (43)
M.S. 1870 - MISYONERLERIN YAYIN FAALIYETLERI
[Misyonerler, İstanbul’da haftalık bir dergi çıkartıyorlardı. Dergi üç farklı alfabede, Ermeni, Yunan ve Osmanlı Alfabesinde Türkçe dilinde basılıyordu. Çünkü hedef kitle olan Ermeniler ve Rumlar kendi ulusal dillerinden ziyade Türkçe bilmekteydiler. Derginin Ermenice basımı 1846, Ermeni harfleri ile Türkçe basımı 1858 ve Yunan harfleri ile Türkçe basımı 1872 yılında başlamıştı. Misyoner raporlarında zikredilen dergilerin bazı güçlük ve engellemelere rağmen yukarıda belirtilen tarihlerden itibaren aralıksız yayınlandığı bildirilmektedir. Dergilerin ilk sayfasında ahlaki ve dini makaleler, ikinci sayfasında eğitsel yazılar, üçüncü sayfada yerli görüşler ve dördüncü sayfada güncel siyasi haberlere yer veriliyordu. Dergiler vasıtasıyla Protestan cemaat kendi içinde haberleşebiliyor, toplantı ve benzeri ilanlar bu sayede duyuruluyordu. Dergiler tüm Osmanlı topraklarındaki abonelere posta yoluyla gönderilmekteydi. Bu dergilerin yanında çocuklara Protestanlık propagandası yapılabilmesi için aylık resimli dergiler çıkartılıyordu. Haftalık dergilerin dillerinde çıkan zikredilen aylık yayınlar, ek olarak Bulgarca da yayınlanıyordu.
Amerikalı Misyonerler 1870 yılında bugün Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde kalan alanın tümünü etki alanları içine almayı başarmışlardı. Aynı zamanda 1870’ler misyonerlerin kuluçka evresinin bitmesiyle ve yaklaşık 50 yıldır ektikleri fesat tohumlarının ilk meyvelerini vermeye başladığı yıllardır. Bununla birlikte misyonerlerin Osmanlı topraklarındaki gayrimüslimleri, özellikle Ermenileri Protestanlaştırmaya çalışmaları Hıristiyan cemaatler içinde huzursuzluğa neden olmuştu. Örneğin; Bitlis ilindeki misyonerler 13 yaşındaki bir Ermeni çocuğu Protestanlaştırarak korumalarına almışlar ve şikâyet üzerine çocuk misyonerlerden alınarak babasına geri verilmişti. Misyonerler bu durumu elçiliklerine şikâyet etmekte gecikmediler. Hariciye Nazırı Ali Paşa şikâyete verdiği cevapta yerel idarenin kanunlara göre hareket ettiğini bildirerek misyonerlerin talebini reddetti. Daha önce de söylendiği gibi, misyonerlerin Hıristiyan tebaayı Protestanlaştırması cemaatler içinde huzursuzluğa neden oluyordu. İhtida eden Hıristiyanlar diğerleri tarafından tehdit ediliyordu. Misyonerler mühtedilere yönelik tehdidin yakın zamanda kendi hayatlarını da riske edeceği korkusu ile zaman zaman elçiliklerine başvurarak koruma talep etmekteydiler. İhtida eden Hıristiyanların hayatlarını tehdit edenler genellikle Rusya ve Yunanistan tarafından kapitüler koruma sağlanacağı garantisi verilerek ajite edilen Osmanlı uyruğu Rumlar ya da Ermenilerdi.
Bu gibi durumlarda Amerikan Elçiliği Babıali’ye başvurarak vatandaşlarının korunmasını talep ediyordu. Peş-peşe meydana gelen hadiseler ve isyanlar neticesinde Babıali, misyonerlerin faaliyetlerinden ve müesseselerinden kuşkulanmaya başlamıştı. 1899 yılından itibaren özellikle Trabzon, Beyrut, Halep, İzmir, Harput, Elazığ, Bitlis ve Erzurum valilerine misyonerlerin faaliyetleri ile ilgili düzenli raporları merkeze göndermeleri talimatı verildi. 1905 yılında ise vilayetlere gönderilen ferman ile Misyonerler denetimindeki Amerikan okulları ve bu okullara giden Müslüman talebeler hakkında bilgi istendi.
Oysa Babıali şüphelenmekte geç kalmıştı. Çünkü 1900 yılına varıldığında, misyoner teşkilatları Trabzon Mersin çizgisinin batısında kalan yedi istasyonda (Trabzon, Merzifon, Sivas, Kayseri, Bursa, İzmir ve İstanbul) ve toplam 102 uç alt birimde örgütlenmesini tamamlamıştı. Kapitülasyonlar gibi kurşun geçirmez bir zırha sahip bu örgütleri artık söküp atmak imkânsızdı. 1901 yılı Kasım ayında İngiliz, Fransız, daha sonra Rus, Alman ve İtalyan vatandaşlarına, misyoner kuruluşlarına ve bu kuruluşlara bağlı okullara bazı ek ayrıcalıklar tanındı. Amerikan ortaelçisi Leishman bizzat Başkan John Hay’ın talimatı ile II. Abdülhamit nezdinde girişimde bulunarak aynı ayrıcalıkların Amerikan vatandaş ve misyoner kurumlarına da tanınmasını istedi. Amerikan tarafının diğer talebi Osmanlı makamları tarafından tanınmayan Beyrut Protestan Tıp Koleji’nin tanınması ve bu okuldan alınan diplomaların Osmanlı hükümetince denk kabul edilmesi üzerine yoğunlaşmıştı. Beyrut Protestan Tıp Koleji misyonerlerin idaresindeydi ve izin alınmadan inşa edilmişti. Misyonerler, buradaki çalışmaları ile yerel halkı Osmanlı Devleti’ne karşı kışkırtmaktaydılar. Başkan J. Hay, ortaelçi Leishman’a bizzat Sultan II. Abdülhamit ile görüşerek Amerikan talepleri ile ilgili kişisel mesajını iletmesi talimatını verdi. Leishman 1903 Şubat ayının başından itibaren II. Abdülhamit ile görüşmek için girişimlerde bulunmaya başladı. Hariciye Nazırlığına defalarca yazılı olarak başvurmasına rağmen ancak Nisan ayının başında II. Abdülhamit ile okul sorunları ile ilgili tartışmaya girmemesi şartı ile görüşebildi.
Görüşmede; Amerikan vatandaşlığına geçen Osmanlı uyruklarının bu ülkeye göçü, arkeolojik kazılar, Amerikan sigorta şirketlerinin Osmanlı topraklarındaki faaliyetlerine izin verilmesi, Amerikan domuz eti üzerindeki ithalat yasağı ve diğer konular ele alınmıştı. Görüşme sonrası domuz eti ithalatı üzerindeki yasak kaldırılmış ve Amerikan vatandaşlığı kazanmış Osmanlı uyruklarının çocuk ve eşlerinin göçüne izin verilmesi konusunda ilerleme sağlanmıştı. Amerikalıların özellikle Bağdat havalisindeki arkeolojik kazı talepleri ve misyoner okulları ile ilgili istekleri Babıali tarafından zamana yayılarak yumuşatılmaya çalışılıyordu. Fakat Amerikalılar bu konudaki isteklerinden vazgeçmek niyetinde değillerdi ve özellikle misyoner okulları üzerindeki taleplerinin karşılanmaması halinde üstü kapalı tehdide başvurmaktan bile çekinmemekteydiler.
Bu amaçla 1903 yılı AĞUSTOS ayında Beyrut Amerikan Konsolos yardımcısının öldürüldüğü bahanesi ile Brooklyn, San Francisco ve Portsaid’de bulunan Machias savaş gemileri Beyrut’a gönderildi. Washington’daki Osmanlı ortaelçisine de gemilerin Amerikan talepleri karşılanıncaya kadar Beyrut’ta kalacağı bildirildi. Konsolos yardımcısı ile ilgili haberin İstanbul’daki elçiliğe gönderilen yanlış kripto kullanımından kaynaklandığı ve asılsız olduğunun anlaşılmasına rağmen gemiler geri döndürülmeyerek, uzun süredir kabul görmeyen isteklerin bu fırsattan istifade güç gösterisi ile elde edilmesi amaçlandı. Babıali savaş gemilerinin Beyrut’a gelişini bir tehdit olarak değil, dostane ziyaret şeklinde değerlendirme eğilimindeydi. Ortaelçi Leishman ise Bakanlığına göndermiş olduğu raporunda savaş gemilerinin varlığının, tümünün olmasa bile isteklerinin büyük kısmının karşılanmasını sağlayacağını bildirmişti. Amerikalılar, diğer ülkelerin misyoner okullarına tanınan ayrıcalıkların aynılarının kendi okullarına da tanınması isteklerine, misyonerlerin buradaki çalışmalarını zorlaştıran ve Amerikan vatandaşlarının güvenliğini sağlayamadığını düşündükleri Beyrut valisi Reşit Bey’in görevden alınmasını da eklemişler ve vali değişinceye kadar savaş gemilerini Beyrut limanında bekleteceklerini bildirmişlerdi. Amerikan tarafının baskısı ve tehditleri sonucunda Beyrut Valisi Reşit Bey görevden alındı. Babıali, Amerikan okullarına uzun süredir her yöntem kullanılarak sağlanmaya çalışılan ayrıcalık ve imtiyazları vermeyi reddetmeye devam etti.
Çünkü Osmanlı topraklarında; İstanbul, Beyrut, Kudüs, Kayseri, Tarsus, Selanik, Van, Adana, İzmir, Maraş, Sivas, Halep, Antakya, Erzurum, Muş, Trabzon, Mardin, Manastır, Tripoli, Baalbek, Humus, Hama ve Ramallah gibi önemli kentler başta olmak üzere hemen hemen imparatorluğun her tarafını örümcek ağı gibi sarmış kayıtlı 142 misyoner okulu, misyonerlerin idaresinde hastane, İncil dağıtım kurumları ve kilise yapıları bulunuyordu. Kayıt altında olmayan benzer kurumlar listeye eklendiğinde sayı 300’ü aşıyordu. Bu nedenle Babıali artık kontrolünün dışına çıkmış olan misyoner okullarına daha fazla ayrıcalık tanıyarak elinde kalmış olan son denetim aracını da kaybetmemek için Amerikan isteklerine karşı direniyordu. Misyoner okulları konusundaki isteklerinden vazgeçmek niyetinde olmayan Amerikan Hükümeti bu sefer 1904 yılı AĞUSTOS ayında üç savaş gemisinden oluşan bir filoyu İzmir limanına gönderdi. Amerikan Kabinesinde yapılan toplantıda, talepler Babıali tarafından karşılanmazsa Leishman’ın geri çağrılmasına ve diplomatik ilişkilerin tamamen kesilmesine karar verilmişti. Artan baskılar neticesinde Babıali Amerikalı misyoner Bayan Lane’e ait İzmir’deki çiftlik üzerinde tartışma konusu olan 5.000£ tutarındaki meblağı ödemeyi kabul etti. Ortaelçi Leishman diğer talepleri yazılı bir nota ile karşılanmazsa İzmir limanına gelen savaş gemilerinden bir tanesinin İstanbul’a gelmesini isteyeceğini ve bu gemi ile İstanbul’dan ayrılacağını Babıali’ye bildirmişti. Amerikan Dışişleri Bakanlığı misyoner Lane sorununun çözümünü yeterli buldu ve filonun İzmir limanından ayrılması ve Leishman’ın da görevinde kalması talimatını vererek zikredilen hadise üzerinde bir süreliğine daha fazla ileri gitmemeyi çıkarlarına uygun gördü.
Babıali sözlü olarak Amerikan misyoner okullarına diğer ülkeler, örneğin Fransa ile eşit muamelede bulunacağını bildirdi ve konu bir nota ile Amerikan elçiliğine iletildi. İzinsiz açılan okul ve kurumlar gerekli formaliteleri tamamladıktan sonra tanınacaktı. Amerikan tarafı sözlü güvenceyi ve notayı yeterli bularak merkezin de talimatıyla misyoner okulları ile ilgili taleplerini de bir süreliğine dondurma kararı aldı. Misyonerlerin iftira ve kara propaganda temelli şikâyetleri iki ülke arasındaki ilişkilerin savaşın eşiğine gelmesine neden olmuştu. R. L. Daniel, Türklere iftira atılması uygulamasının Haçlı seferlerine kadar gittiğini ve ABD’li misyonerlerin Türklerin mevcut kötü ününden faydalanarak bu imajı hemen sömürmeye başladıklarını hatta Büyükelçi H. Morgenthau’nun Türkler için; “anlayışsız”, “acımasız”, “psikolojik olarak ilkel”, “zorba, korkak”gibi sıfatları kullanacak kadar ileri gittiğini, ABD’deki gazetelerin 250.000 evsiz küçük Ermeni çocuğun ABD misyonları tarafından barındırıldığını, Türklerin Ermenilere zulüm yaptığı; 13, 14 yaşındaki Ermeni kızların Türk haremlerine alındığı, daha da romantikleşerek mazlum, güzel yüzlü Ermeni soyunun yok edildiği propagandasının yoğun şekilde yapıldığını söylemektedir.
R. L. Daniel’in de söylediği gibi özellikle misyonerlerin dezenformasyona dayalı gayretleri ile ABD kamuoyunda Ermenilere karşı bir minnet duygusu oluşturulmaya çalışılmış ve bunda başarılı da olunmuştu. Bu esnada Amerikan vatandaşları Osmanlı topraklarında ticaret dâhil pek çok alanda faaliyet gösteriyordu. 1895 yılı resmi istatistiklerine göre 600’den fazla Amerikalı Osmanlı ülkesinde bulunmaktaydı. Kongre raporları tam sayıdan emin olmasa da Osmanlı uyruğu olup Amerikan vatandaşlığı kazanarak tekrar Osmanlı topraklarında yaşamaya başlan pek çok Amerikalı vardı. Amerikan Elçiliğinin Babıali’ye sunmuş olduğu listeye göre, tüm Osmanlı topraklarında özellikle Anadolu’da faaliyet göstermekte olan misyoner okul ve teşkilatlarının resmi sayısı 172 idi. Gayri resmi rakam resmi sayının iki katından fazlaydı. Bu esnada Amerikan gazetelerinde sürekli Hıristiyanların ve Ermenilerin Türkler tarafından katledildiği haberleri yapılıyordu. Misyonerlerin şikâyet konularından bir tanesi de mektuplarının açılarak Türk makamları tarafından okunduğu iddiasıydı. Bu şikâyet 1892 yılında tekrar yapılmış ve daha sonra sorun çözülmüştü.
1907 yılına gelindiğinde ABCFM Amerikan Dışişleri Bakanlığı’na başvurarak mektuplarının yerel Osmanlı makamları tarafından açıldığı ve okunduğu şikâyetinde bulundu. ABCFM başkanı James Barton’a göre bu duruma müsamaha gösterilmesi halinde Türk idareciler uygulamayı sıradan hale getirecek ve misyonerlerin Osmanlı Posta teşkilatı vasıtasıyla haberleşmeleri imkânsız hale gelecekti. Her ne kadar kişisel yazışma ve haberleşme hakkı dokunulmaz ise de, misyonerlerin Osmanlı topraklarında göstermekte oldukları faaliyetler posta yoluyla Boston’daki merkezlerine gönderdikleri rapor ve bilgiler genellikle yasadışı çalışmalarını ve niyetlerini açığa çıkardığı için mektuplarının okunması deşifre olmalarına neden oluyordu. Boston’daki merkezin olaya müdahale edilmesini isteme nedeni de buydu. Şikâyete neden olan hadiseler Erzurum’daki misyoner Doktor Underwood ve Manastır’daki misyoner Mr. Clarke’nin mektuplarının açıldığı iddiası ile ortaya çıkmıştı. Misyonerlerin Balkanlardaki çalışmaları da hız kesmeden devam etmekteydi. İlbasan şehrinde bir misyoner okulu ve hastanesi kurmak için toprak satın almaya çalışan misyoner Telford Erickson buradan Manastır kentine, daha sonra da İstanbul’a sürüldü. Hadise ABD’nin Manastır’daki çıkarlarını korumayı üstlenmiş olan Avusturya Konsolosu tarafından İstanbul’daki ABD elçiliğine bildirildi. Misyoner Erickson daha önce Osmanlı idarecileri tarafından Bulgarlara yapıldığı gibi misyonerlerin Arnavutların da Osmanlı Devleti’ne karşı isyan etmelerini sağlayacak çalışmalar yaptığı için Tiran’dan İlbasan’a gönderilmişti. Amerikan elçiliğinin ısrarlı taleplerine ve protestolarına rağmen misyoner Erickson’un İlbasan’a dönmesine izin verilmedi, Erickson Manastır’a dönerek ailesine katılabilecekti.
Misyonerler bizzat Ermeni çeteleri tarafından organize edilenler dahil her olayda sorumluluğu Osmanlı hükümetine ve Türklere ihale etmeyi alışkanlık haline getirmişlerdi. Örneğin, Robert Koleji Müdürü olan G. Washburn hatıratında; Taşnak mensubu Ermenilerin 1896 Osmanlı Bankası baskınına bilinçli olarak Osmanlı idaresi tarafından izin verildiğini söyleyerek ve kentteki tüm çatışma ve katliamları Türklere yükleyecek kadar ileri gitmektedir. 1917 yılında misyonerlerin Osmanlı topraklarındaki yaklaşık bir asırlık çalışmaları o boyuta ulaşmıştı ki kendi deyimleri ile dünyada hatta Osmanlı ülkesinde hiç kimse Osmanlı nüfus yapısını ve arazisini misyonerlerden daha iyi bilmemekteydi. Yine misyonerlerin 1887 tarihli raporlarına göre; “… Gelecek 30 yıl içinde Asya ve Avrupa Türkiye’sinin kaderi Amerikalı Protestan misyonerlerin elinde olacaktı”. Misyonerlerin bu kadar iddialı bir söylemde bulunabilmelerinin temel nedeni Balkan topraklarında ve Bulgaristan’da kazandıkları başarılar ile Asya topraklarındaki Ermenileri ayaklandırabileceklerine olan güvenleriydi.](44)
(43) Doç. Dr. Recep KARACAKAYA- İstanbul Ermeni Patrikleri ve Siyasî Faaliyetleri (1878-1923)
(44) İsmail KÖSE-ABD’li Misyonerlerin Osmanlı Topraklarındaki Faaliyetleri
Kenan Mutlu Gürses