31 Ağustos 2016
Bir Müslüman olarak, bazıları kadar manevi âlemde ileriyi göremedim! Onların zekâ seviyesine bir türlü ulaşamadım! Kur’an-ı Kerim, ilk gün ne emretmiş ise, bugün de o noktada kaldım. O, yüce kitap da, tarikatı, şeyhi, mollayı ve nasıl mürit olunacağını bulamadım! Tartışmasız inanmanın İMAN olduğunu bilerek, insan iradesinin bir başkasına terk edilmesini bin türlü düşündüm, çözemedim! Bazen acaba dedim! İman’ın şartlarına tekrar tekrar baktım! Hiçbir kaynakta, YEDİNCİ (!) şarta rastlayamadım! Sonunda, bilgisizlik, çaresizlik bu ya, ben anlayamam dedim ve sustum!
Anlayamadığım için (!), Muhammed Abduh’un, Tevhid Risalesine baktım: “Aklı ve duyguları selim olan her insan, isteyerek yaptığı işlerin (ef’âlu’l-ihtiyâriyye) bilincinde olduğunu hisseder; bu işlerin neticelerini aklı ile ölçer ve onları iradesiyle gerçekleştirir, nihayet sahip olduğu kudretle ifa eder. Bu hakikati inkâr etmek, insan için akla ve fikre karşı çıkarak kendi varlığını inkâr etmek demektir” dediğini gördüm!
“Aldanma insanların samimiyetine! Menfaatleri gelir her şeyden önce. Vaad etmeseydi Allah Cenneti; O’na bile etmezlerdi secde” diyen, Mehmet Akif Ersoy’a, nasıl olur manasında, söylene, söylene olsam da, biraz düşündüm!
Hiç kimsenin, Cumhuriyetimizi geleceğe taşıyacak, demokrasimizi güçlendirecek ve güçlü olarak sonsuza kadar yaşatacak, vatanı ve milleti için büyüyen çağdaş nesillerin, DİNSİZ olarak yetişmesini talep ettiğini, duymadım ve görmedim. Ancak, İslâm Dini’ni maşa olarak kullanan tarikatların, cemaatlerin, İslâm Tarihi boyunca yaptıklarını, var oluş gerçeklerini ve tasavvufî boyutunu nasıl istismar ettiklerini, okuduğum kadarıyla hiç unutmadım.
Sonra, Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’nun “Günümüzde tarikatlar ve cemaatler, topluma maneviyat ve güzel ahlâk vermek yerine, dünya nimetlerinden alabildiğince pay alma yarışına girmiş durumda. Bugün Türkiye’de dini cemaatler ve tarikatlar, dünyevi ve seküler oluşumlardır. Her biri ekonomik sektördür” ifadelerini anlamaya çalıştım!
Prof. Dr. Bayraktar Bayraklı’nın da: “İslâmcılar Atatürk’ün ne ile mücadele ettiğini bilmiyorlar. Atatürk cehaletle mücadele vermiştir. İslâm ile değil. Tam tersi İslâm’ı yüceltmiştir. İlk Türkçe tefsiri yaptıran Atatürk’tür. Büyük bir devrimdir bu….” Sözlerine de kulak verdim.
Ve Yetmiş yıla yaklaşan ömrümde, okuduklarımı, dinlediklerimi, bugün de dâhil yaşadıklarımı düşünmeye başladım. Osmanlı’nın yıkılışını, Kurtuluş Savaşı yıllarını, Türk Milleti’nin hep birlikte, kurduğu Cumhuriyet’in bizlere neleri bahşettiğini, anlamaya çalıştım. Savaş yıllarında, medreselerin, tarikatların ve cemaatlerin nasılda koşturduğu ve mücadeleye katıldığı gerçeğini hiç unutmadan, bugün teröre nasıl bulaştıklarının, nasıl değiştiklerinin nedenini çözmekte çaresiz kaldım.
Ancak, Cumhuriyet’in kuruluşu ile halkın inanç ve dini duygularıyla çatışan bir yönetimin varlığını iddia etmenin ve Atatürk’e, O’nun silâh arkadaşları ve Türk Milleti ile birlikte kurduğu Cumhuriyet’e karşı olmanın kaynağına ulaşamadım! Halkı tahrik eden, ayrıştıran YALANLARIN, hangi vicdansız kalplerden çıktığına mana veremedim!
Birazcık düşündüğümde; 15 Temmuz 2016 günü acı ve talihsiz bir gün yaşadığımızı, güvenlik güçlerimizden ve halkımızdan şehitler verdiğimizi, binlerce insanımızın yaralandığını, bütün bunları kim ve kimler yaşatmıştı diyerek kendi kendime sordum. Din kisvesi altında teröre bulaşan bir cemaat. Bu cemaatin geldiği yer, çıkış noktası neresiydi? NURCULUK…
Nurculuğun kurucusu kim di? Said-i Nursî…Kürtlerin sevdiği adıyla Said-i Kürdî..
Said-i Nursî ne yapmıştı. Kendi iddiası içerisinde kalan ilmiyle, “İşârî ve remzî bir tarzda” Kur’an-ı Kerim tefsiri yapmış. Cumhuriyet’i savunduğunu söyleyerek, Cumhuriyet ve Cumhuriyet ilkelerine karşı olmuş. Yazdığı Risale-i Nur’larla, NURCULUK denilen cemaati meydana getirmiş. Said-i Nursî, böyle bir dönemin figürüdür. Kısaca bugün iktidarın kısa bir süre öncesine kadar koruduğu, kolladığı ve savunduğu FETÖ TERÖR ÖRGÜTÜ bu cemaatin bir parçasıdır. Şimdilerde, onlar bizden değildi, onlar başka bir din yaratmak peşinde idiler denildiğini, duymuş olsak ta!
İslâm Tarihi’ne baktığımızda; Yedinci yüzyıldan buyana Kur’an-ı Kerim tefsiri yapılmaktadır. Tefsir bir ilim dalıdır. O dalın kullandığı kaynak ve usullerle tefsirler; dirâyet, edebî, felsefî, fıkhî, fennî, içtimâî, mutlak, icmâlî, ilhâdî, işârî, lafz-ı, me’sur, ma’kûl, mukâren, mukayyed, naklî, rivâyet, sufî, tahlili, tarihi vd. gibi isimlendirilen tarzda tefsir telif edilmiştir.
Kur’an-ı Kerim tefsirleri; Alusi, Seyyid Kutup, İbn-i Kesir, Mevdudî, Kurtubî, M. Ali Sabunî, Fahruddîn Râzî, Vehbe Zuhayli, Gazali, İzzet Derveze, Said Hawa, Mukatil b Süleyman, Ebu’l Leys es-Semerkandî, Furkan Hicazî, Ayntabî Mehmed Efendi, Abdurrahman es-Sa’dî, Muhammed Hüseyin Fadlullah, Muhammed Hüseyin Tabatabaî, Celaleddin Suyuti, Seyfuddin el-Muvahhid, Muhammed Ebu’l-Abdallah En-Nişaburi, İmam Nesefî, İsmail Hakkı Bursevî, Ebussuud, Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, İbn Kayyim El-Cevziyye, İbnil Cevzi Zadul, Muhammed Abduh-Reşit Rıza, Beydavi, Ceylani, Taberî, Kurtubî, Mehmed Vehbi, İsmail Hakkı İzmirli, Muhammed Hamdi Yazır, Ömer Feyzi Mardin, Şemseddin Yeşil, Hacı Murad Sertoğlu, İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu, Osman Nebioğlu, Besim Atalay, Ömer Nasuhi Bilmen, H. Tahsin Emiroğlu, Mehmed Vehbi, M. Kâzım Öztürk, Süleyman Ateş, İsmail Hakkı İzmirli, Ali Rıza Sağman, A. Adnan Sütmen, Celâl Yıldırım, Ali Küçük, Mahmut Toptaş, İskender Ali Mihr, Mehmet Zeki Duman, Fahrettin Yıldız, Mahmud Ustaosmanoğlu, Bayraktar Bayraklı, Ali Arslan, Hakkı Yılmaz, Mehmet Okuyan, vd. leri tarafından yapılmıştır.
Günümüze kadar yapılmış Kur’an-ı Kerim tefsirleri hakkında, İslâm ulemasının kanaatleri bilinmektedir. Bu kanaatlerden Said-î Kürdî’nin yapmış olduğu tefsirde ayrı tutulmamıştır. Bu değerlendirmeyi yapanların içersinde Türkiye Diyanet Başkanlığı' da yerini almıştır. Said-î Kürdî’nin Kur’an-ı Kerim tefsirinde ki yanlışlar, hatalar madde, madde ortaya konulmuştur. İlgilenenler, başta Diyanet Başkanlığı internet sitesi olmak üzere söz konusu eksikleri, yanlışları kaynaklarda her zaman görebilirler. Bu benim boyumu aşan, etkin ve yetkin de olmadığım bir konudur.
Konumuzun en dikkat çekici tarafı, yukarıda kısmen vermeğe çalıştığım bilgilerin tamamından, ortaya çıkan sonuç ve soru; Hangi Kur’an-ı Kerim tefsircisi müfessir TARİKAT veya CEMAAT kurmuştur? Kurmuşlar ise (!), bunlardan hangileri teröre bulaşmıştır? Hangileri kendi devletine karşı olmuş, kin beslemiştir?
Said-i Kürdî, her ne kadar kendisini zaman, zaman saklasa da, asıl hedefinin İslâm Dini’ni kullanarak, Atatürk ve Cumhuriyet karşıtlığı olduğu son derece açıktır. 1907’de geldiği İstanbul’da ilk üyesi olduğu kuruluş, Derviş Vahdeti ve arkadaşlarının kurmuş olduğu, “İttihad-ı Muhammed-î Cemiyeti” olmuştur. Derviş Vahdeti’nin Volkan Gazetesi başta olmak üzere, Şurâ-yı Ümmet, Şark ve Kürdistan, Kürd Teâvün ve Terakkî, (Aynı isimli cemiyetin de üyesidir), İkdâm, Serbestî ve Sebilürreşâd gazetelerinde yazdıkları ile de gerçek Kürtçülük fikirlerini zaten gizleyememiş, gizlememiştir.
Günümüzde, NURCULAR, bilerek veya bilmeyerek ham hayaller ile İslâm Dini’ni kullanarak, O’nun üzerinden, Kürtçülüğe, Kürdistan’ın kuruluşuna hizmet etmektedirler! Mevcut tarikat liderlerinin büyük bir çoğunluğunun Kürt kökenli oluşunun da altında yatan gerçek iyi irdelenmelidir.
Nurculuk ve diğer tarikatlar tarafından, İslâm Dinînin tüm berraklığının arkasına gizlenerek, Kürt Meselesi kaşınırken, konunun nasıl bir süreç izlediğini herhalde bilmeyenimiz yoktur! Bu talebin nasıl, ne zaman ve kimler tarafından yapıldığının üzerinde yeterince durulmadığı gibi bazı kesimlerce de masumane karşılanmış olması hep dikkatlerden kaçırılmıştır!
Kürtleri temsil ettiklerini iddia eden terör örgütleri, tarikatlar, cemaatler ve siyasi uzantıları Kürt Meselesinin ortaya çıkması, çatışma ortamına sürüklenmesi ile günümüze taşınmasında baş aktör olmuşlardır. Bir kesim sol ve Marksist ideolojik hareketlerle, bir kesim de özellikle İslâm Dini üzerinden, tarikat ve cemaatlerle, mesele, talepler şeklinde ısıtılıp önümüze konulmuştur. Bunların neler ve nasıl olduğuna kısaca bakalım:
- İlkokuldan başlayarak, Türkçe, İngilizce ve Kürtçe eğitim verilmeli,
- Bu dillerde eğitim yapacak üniversiteler kurulmalı,
- Kürt Meselesinin çözümü için Kürt MEDRESELERİ ıslah edilmeli,
- Kürtçe ve Arapça eğitim yapan, halen mevcut YETMİŞ den fazla Kürt MEDRESELERİNE izin verilmeli,
- Kürt MEDRESELERİ, Said-i Nursî’nin MEDRETU’Z-ZEHRA projesine uygun hale getirilmeli,
- Kürt MEDRESELERİNDE, Risâle-i Nur metodu üzerinden eğitim verilmeli,
- Kürt MEDRESELERİNDE, dinî/maneviyatı esas alan yüksek din adamı allâme-molla yetiştirilmeli,
- Kürt MEDRESELERİNDE, Türkçe, Arapça, Farsça, İngilizce ve Kürtçe öğretilmeli,
- Kürt MEDRESELERİ, bölge dışına da taşınarak, özellikle Trabzon, OF, ÇAYKARA, Rize Güneysu
ilçelerinde açılarak, daha sonra Doğu Karadeniz üzerinden diğer bölgelere de yayılmalı,
(BU MADDEYİ OKURKEN, PKK’NIN KARADENİZ BÖLGESİNİ NEDEN ZORLADIĞINA BİRLİKTE
BAKILMALI-KARADENİZ’E YERLEŞME STRATEJİSİ)
- 1924’de Tevhid-i Tedrisât Kanunu ile yasaklanmış olan, buna rağmen faaliyetlerini sürdüren YETMİŞ den fazla Kürt MEDRESESİNE üstüne üstlük, Türkiye Diyanet Başkanlığının (AKEPENİN) 1000 (BİN) kişilik MELE/MOLLA tayin etmesi, tartışılmamalı,
- Tayin edilen MELE/MOLLA’LARDAN bir bölümünün Kürt MEDRESELERİNDE görev yaparken PKK
terör örgütü ile işbirliği yapması, gözden kaçırılmalı,
- Kürt MEDRESELERİ modern eğitime karşı çıkmalı,
- NURCULAR, Kürt MEDRESELERİNDE Said-i Nursî ekolünü devam ettirmek için çaba harcamalı,
Şimdi, NURCULARIN, Kürt MEDRESELERİNE rağmen farklı gruplara ayrılması, bu kadar dini bütün Kürt’ün (!) bu kadar dini eğitim veren Kürt MEDRESESİNİN (!) barış dini İslâm’a rağmen 35 yıldır devam eden PKK terörünü durduramaması (!), sizce manidar değil mi?
Şüphesiz, cehaletinden, bilgisizliğinden, yanlış bakış açısından safça bu cemaate aklını teslim eden, kandırılan, aldatılan, aklı melekelerini tekrar, tekrar sorgulayacak insanlar vardır! NURCULUĞUN en büyük taraftar topladığı kesiminin ATATÜRK ilkeleri ve Cumhuriyet değerlerinden uzaklaşarak, karşı durarak ve milli ananelerinden koparak nasıl teröre bulaştıklarını görmüş olmalıdırlar!
Şayet, sahip oldukları Yüce İslâm Dinîn de hâla anlayamadıkları, ulaşmak istedikleri bir nokta var ise tamamı Türkçe yayımlanmış yukarıda isimlerini verdiğim müfessirlerin yapmış oldukları TEFSİRLERİ teker, teker okusunlar. İlmi bilgileri yeterli olanlar, mukayeseli tenkitli eserler ortaya koysunlar. İnanıyorum ki böylece iradelerini, başkalarına terk etmekten en kısa sürede kurtaracaklardır. Allah’tan aklını başkalarına teslim edenlere, kendi akıllarını kullanmalarını, nasip etmesini diliyorum..
Bilmeliyiz ki, 26 Ağustos 1071 Malazgirt, 24 Ağustos 1516 Mercidabık, 26 Ağustos 1526 Mohaç ve 26 Ağustos 1922 Başkomutanlık Meydan Savaşları, Türk Milleti’nin İMAN DOLU gücüyle kazanılmıştır. Bugün Vatan topraklarında gönlünce ibadet etmenin nimetini, ATATÜRK ve Silâh arkadaşlarına borçlu olduğumuz ise hiç unutulmamalıdır.
Büyük Türk Milleti’nin ZAFERLER ayı kutlu olsun… Ne Mutlu Türküm Diyene…
Kaynak: Açık kaynaklar
Kenan Mutlu Gürses