''ULAN'' ''ŞEREFSİZ'' ''GAVAT'' ve BARZANİ

30 Kasım 2013


       Yukarıda ki üç ayrı ifade de bana ait değil. Bunları, ÜLKEMİN maalesef Başbakan’ı, Vali’si ve Kaymakam’ı kullanıyor. Haddi, edebî aşmanın ötesinde varın buna siz bir ad bulun.

       Ne yaman çelişkidir ki, o ifadeler kullanılırken sözüm ona bir de ‘’barış sürecinden’’ ‘’açılımdan’’ bahsediliyor. Hâlbuki hangi çıkmaza gittiğimiz belli değil. Her şey bitmişçesine bu işin içerisine bir de öğretmenlerimizi katmazlar mı? Buda işin başkaca düşündürücü yanı. Ülke bütünlüğünün nerelere savrulduğunu artık iyi görmeliyiz.  Her baharın bir yazı ve kışının olduğu da unutulmamalı.

        Birilerine, Türkiye Cumhuriyeti’nin parlayan yıldızı değil de, neden Büyük Ortadoğu Projesinin parlayan yıldızının Diyarbakır olmasının gerekçelerini sormamıştık. Gaflet işte! Tarihi bilemememizde buna eklenmeli! Hitit, Hurri, Mittani, Asur, Arami, Urartu, İskit, Med, Pers, Makedonya, Selevkos, Part, Ermeni, Roma, Sasani, Bizans, Emevi, Abbasi, Şeyh oğulları, Hamdani, Mervani, Selçuklu, İnal oğlu, Nisan oğlu, Artuklu, Eyyübi, Moğol, Akkoyunlu, Safevi ve Osmanlıları unutarak, dillerine sadece KÜRT’Ü pelesenk edenler herhalde tarihi biliyor olacaklar!

       Şimdi gelelim, Tarih bilip-bilmemek meselesine. Hem de çok uzaklara gitmeden. Aşağıda ki, yaşananları bilen, acaba hangi devlet adamı Barzani’yi DİYARBAKIR’DA karşılar ve ağırlardı? Şu sözleri nasıl ederdi?

      ‘’Bugün de Molla Mustafa’nın oğlu değerli dostum Mesud Barzani’yi Diyarbakır’da misafir ediyorum. Merhum Kadı Muhammed’in dediği gibi, Allah’a, dine, İslâm dininin önderine inanmış Müslüman Milletin de nasıl ki dürüstlük ve sadakat varsa, bütün bu özellikler Molla Mustafa Barzani’de de vardır.’’

      Burada, bu kadar uzun bir yazı da kalkıp da Kadı Muhammed kimdir diye anlatmayacağım. Anlatacak olursam, herhalde aklınızı da yersiniz.

      Hepimizin daha dün gibi hafızalarımızda olan Talabani’nin  ‘’Türkiye bizden PKK yetkililerini istiyor. Kürt yetkililerin yakalanması ve teslim edilmesi, gerçekleşmeyecek bir rüyadır. Biz, değil bir KÜRT’Ü, bir KÜRT KEDİSİNİ bile teslim etmeyiz.’’ Sözlerini ‘’DİYARBAKIR’DAKİ TARİHİ GÜNDE’’ (!) bir Başbakan nasıl unuturdu?

       Çok yazılsa da, hikâye uzun olsa da, yazmadan edemezdim:

       Irak’ın kuzeyine yakın Hakkâri’nin uç noktasında BARZAN köyü bulunmaktadır. Eskiden de MUSUL vilâyetinin ZÎBAR nahiye merkezi idi. 1909’da da, üçüncü sınıf bir kaza merkezine dönüştürülmüştü. Bu çevrede, BARZAN, ZÎBAR, BEÇİL ve FAKÎH Abdurrahman aşiretleri yaşamakta, aralarında ise devamlı olarak aşiret kavgaları devam etmekteydi.

       Başka yerden Barzan köyüne gelen Mesud, onun oğlu Said, onun oğlu Mesud, onun oğlu Taceddin’e kadar gelirsek;

       Bölgede Kadirîlik ve Nakşîliğin önem kazandığını, Mevlânâ Halîd-i Bağdadî’nin (1777-1837) 1809’da Hindistan’a giderek Abdullah-i Devlevî’den hilâfet aldığını ve bölgenin en etkin şeyhi olduğunu görüyoruz. Ve de, Hakkârili Abdullah Nehrî ve Palulu Ali Septî (Şeyh Said’in dedesi) vasıtasıyla da Irak’ın kuzeyi ve Doğu Anadolu’da Halidîye’lik yaygınlaşırken, Nehrîlerden Seyyid Taha, Şeyh Tacceddin Barzani’ye hilâfet veriyordu. Tacceddin’in yerine geçen oğlu I. Abdüsselâm Barzani, işleri daha ileri götürerek, Halîd-i Bağdadî’yi ziyaret ediyor, bir rivayete göre de ondan NAKŞÎ halifesi olma iznini alıyordu. 1872’de de şeyhliği oğlu Muhammed Barzani’ye bırakarak vefat ediyordu.

       Yine rivayet o ki, I. Abdüsselâm Barzani, Osmanlı’nın mecburî iskânına ve zorla askere alınmalara karşı ayaklanmış, sonucunda da Musul’da asılmıştır.

       Yine rivayet o ki, I. Abdüsselâm, Seyyid Taha’nın kardeşi Şeyh Salâh’dan hilâfet almış, şeyhinin ölümü üzerine, kendisini ŞEYH ilan etmiştir. Buna karşı çıkan Seyyid Taha’nın oğlu, yeni şeyh UBEYDULLAH, ‘’Abdüsselâm ve müridlerinin delirdiklerini, şeytanın kurbanı olduklarını’’ söyleyerek onlara savaş açmıştır. I. Abdüsselâm Barzani yenilirken, onun müridleri de onu MEHDİ ilan ettiler. MEHDİ ilan edilen Abdüsselâm ise korkusundan saklandı, sonra da vefat etti. Onun yerine geçen oğlu Muhammed Barzani, Şeyh UBEYDULLAH’ bağlılığını bildirdi. UBEYDULLAH’ın HİCAZ’A sürülmesinden sonra, bu kez de Muhammed Barzani MEHDİLİĞİNİ ilan etti. Bu MEHDİLİK o kadar benimsendi ki, BARZANÎLER ‘’DİVÂNE’’ olarak adlandırıldılar.

       Muhammed Barzani’nin, davranışlarından dolayı, yapılan şikâyetler sonucu Bitlis’e sürülmüş, bir-kaç yıl sonra sürgünden dönmüş, yerini 1903’te oğlu II. Abdüsselâm’a bırakarak vefat etmiştir.

       Muhammed Barzani’nin, II. Abdüsselâm, Şeyh Ahmed, Muhammed Sıddık, Muhammed Babo ve Molla Mustafa Barzani oğulları idi.

       Aşiret ve tarikat kavgalarının rol oynadığı sonuçlar, Osmanlı’nın Barzani’leri, Hamidiye Alayları vasıtasıyla tutuklayarak DİYARBEKİR hapishanesine koymuş,  bir süre Diyarbakır veya Bitlis’te sürgün yaşamışlar, bir buçuk yıl sonra yerlerine dönmüşlerdir.

        1888’de Barzan aşiretinin şekavetlerini Osmanlı’nın bastırdığını, yine Barzanların 1898’de BEGİL ve FAKÎH Abdurrahman Aşiretleriyle siyasî, 1903 Eylül’ünde Şemdinan’lı Şeyh Muhammed Sıddık Nehrî’yle dinî nüfuz mücadelesi nedeniyle çatıştıkları da başkaca bir gerçektir.

       Şeyh Muhammed, henüz medrese talebeliğinde, babasının vefatı nedeniyle onun postuna oturmuştu. O’da Şeyh Übeydullah Nehrî’nin, Osmanlı yönetimince 1880’de Kürt isyanları nedeniyle HİCAZ’A sürülmesinden sonra, bölgedeki nüfuzunu artırmış, Osmanlı’ya ‘’cihad-ı mukaddes’’ (!) ilân etmişti. MEHDİLİĞİ’Nİ ve cihad çağrısını kabul etmeyenleri çok acı bir son beklemekteydi. ZİBAR Aşireti lideri Molla Persey’in başına gelenler tüyler ürpertici idi. Molla Persey, parça parça edilerek öldürülmüş, bu parçalar, oyulmuş yaşlı bir ceviz ağacının gövdesine konarak yakılmıştı. BECİL Şeyhi Nehrili Şeyh Muhammed Sıddık’a yazdığı mektubu ise burada hiç ele almayalım.

       Gelelim, BARZANÎLERİN YAHUDİ olup olmadıklarına; Kaliforniya Üniversitesi İbranî Dili Profesörü (Kürtçe konuşan) Yona Sabar, Tudelali Benjamin ve Haham David’in seyahatnamelerine dayanarak Kürtçe konuşan Yahudilerin tarihî ve etimolojik geçmişleri hakkında bilgi vermişti. İddiasına göre; bölge Yahudileri daha çok yoksullar arasında yer alırken, özellikle Barzani ailesinden gelen HAHAMLAR, Kürdistan’ın birçok yerinde dinî çalışmalar ve eğitim için merkezler kurmuşlardı. Bu dinî merkezler, Mısır ve Filistin gibi uzak yerlerden bile öğrenci kabul ediyorlardı. Yona Sabar, bu ailenin daha sonra ne zaman Müslüman oldukları konusu üzerinde durmamıştır.

       II. Abdüsselâm Barzani, 1909’da isyan etmiş, Osmanlı’dan ayrılmak sevdasına tutulmuştu. Bu nedenle Kürt aşiretleriyle de bir toplantı düzenlemişti. Şeyh Nur Muhammed Berifkanî’nin evinde yapılan toplantıda II. Abdüsselâm Barzani’nin şu talepleri tartışılmıştı;

       1- OSMANLI, BÖLGEDE KÜRTÇE’Yİ RESMİ DİL OLARAK KABUL ETMELİ
       2- ÖĞRENİM DİLİ KÜRTÇE OLMALI
       3- BÖLGEDEKİ YEREL YÖNETİCİLER KÜRT OLMALI
       4- ALINAN VERGİLERİN BİR BÖLÜMÜ, BÖLGE İÇİN KULLANILMALI, gibi taleplerini, ancak toplantıya katılanlar onaylamamıştı.

       Kendisi gibi ayrılıkçı olan Emin Ali Bedirhan, Seyyid Abdülkadir Nehrî ve Süleymaniyeli Şerif Paşa’ya da bu taleplerini teyit ettirerek, Bab-ı Alî’ye gönderdi. Başlatılan isyan hareketi Dağıstanlı Mehmed Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu tarafından bastırılmıştı.

       Ancak Barzani isyanları birbiri ardına sürdü. ŞEYH, AKRA ve HEMUND Aşireti ile birlikte Eylül 1909’da bir kez daha isyan etti. Osmanlı, Barzani zulmünü ortadan kaldırmak için, bölgeye yine kuvvet göndererek (Revanduzlu Abdullah Paşa) isyanı bastırırken, Abdüsselâm Barzani ve bazı müridleri kaçmayı başardı. Kaçan Barzani, Hakkâri’deki Nesturî Tayyari Aşiretine sığınmış, dağlarda şekavede devam etmiş, hatta 23 Ekim’de Osmanlı askerlerini kuşatmış, Osmanlı askerleri daha sonra kurtarılmıştı.

       Osmanlı, Barzani isyanlarını önlemek için, ZİBAR nahiyesi kazaya dönüştürülmüş, Şirvan nahiyesi Revanduz’dan ayrılarak ZİBAR kazasına bağlanmış, Revanduz’daki tabur da Şirvan’a kaydırılmış, Barzanilere kucak açan Çal mütegallibesi Sadî Ağa gibi şeyhlerde cezalandırılmıştı. Barzanilerin isyanı gün geçtikçe yayılıyor, SEMDİNAN, GEVAR, HEMUND, SAMİR ve DİLİM aşiretleri de isyana katılmış, katılmayı kabul etmeyen MİZURÎ Aşireti Reisi İsmail Ağa, üç çocuğu, eşi ve hizmetçileri katledilmişti. Osmanlı’nın isyanlar karşısında başarısızlığı sonucunda; Musul Valisi Fazıl Paşa, Süleymaniye Mutasarrıfı, ZAHO ve DAHOK Kaymakamları ise azledilmişti.

       Hiç de şaşılmayacak şekilde, isyanın arkasında ki gücün İngiltere olduğu, Şeyh Abdüsselâm’ın İngiltere’nin MUSUL konsolosu ile görüştüğü tespit ediliyor, 1910’da Barzani Aşireti mensupları teslim oluyorlardı. HERİKİ, HEMUND ve SİRVAN Aşiretleri de isyandan vazgeçiyorlar, birçok kişinin katili Molla Abdurrahman yakalanarak idam ediliyordu. Osmanlı Devleti, 21 Mayıs 1910’da BARZAN halkının mağdur ve fakir olanlarına Hazine’den 1.000 lira dağıtıyordu. 20 Mart 1913’de af dileyenlerin takibinden geçici olarak vazgeçilmişti. ZİBAR ile BARZAN yerleşim alanları arasında, ZAP suyu üzerine de köprü yapılıyordu. Erkeklerin kaldığı hapishanenin bir bölümü kadınlara ayrılmış, Barzanilere karşı Osmanlı ile işbirliği yapan ADRAMAZ Aşiret Reisi Sino Ağa vb.de desteklenmişti.

       Barzanilerin sükûtu uzun sürmemiş, Şeyh II. Abdüsselâm, 1913’de yeniden isyan hareketi başlatmış, HEREKİ Aşireti’nin MAM fırkasına saldırdıktan sonra İran’a kaçmıştı.

       Osmanlı Devleti’nin İtilâf Devletleri’yle savaştığı bir dönemde ( 1914) Şeyh II. Abdüsselâm Barzani HOY’ da Osmanlı Devletinin nasıl parçalanacağını, MUSUL ve VAN’ da KÜRTLERİN- ERMENİLERLE birlikte nasıl ayaklandırılacağının planları, RUS Generali ile birlikte yapılıyordu.

       İNGİLİZ ve RUSLARIN yardımı ile ayrılıkçı KÜRT gruplarıyla da işbirliği yapan, özellikle KÜRT TEÂLÎ, KÜRT TEAVUN ve TERAKKÎ, KÜRT HEVÎ ve KÜRT İSTİKLÂL CEMİYETİ vb. örgütlerle anlaşan SÜLEYMANİYELİ Şeyh Mahmud, Hakkârili Şeyh UBEYDULLAH Nehrî, İran Kürtlerinden İsmail Simko ile görüşmeler yapmış, büyük bir KÜRT ayaklanması planlamaya başlamıştı. 1913 sonlarında İran’a giden Şeyh II. Abdüsselâm, Urmiye yakınlarında Şeyh Muhammed Sıddık Nehrî’nin oğlu Seyyid Taha’yı  ‘’Rajan’’ köyündeki evinde, sonrada İran Kürtleri liderlerinden İsmail Ağa Simko’yu ziyaret etti. Onunla birlikte HOY ve TİFLİS’E giderek RUS generallerle anlaştılar. Bu arada Osmanlı yönetimi de şeyhin başına ödül koydu. Dönüşte Simko’dan ayrılan Şeyh, Genegecin köyünde Safi Abdullah’a misafir oldu. Abdullah ödülü alabilmek için gece şeyhi yakalayarak Osmanlı yönetimine teslim etti. O zaman genç bir subay olan Fevzi Çakmak tarafından Musul’a götürülen ve yargılanan şeyh, mahkeme kararıyla 14 Aralık 1914’de yakın kadrosuyla birlikte idam edildi.

       Bir Kürdoloğ, Şeyh Ahmed Barzani’yi şöyle değerlendiriyor; ‘’Kardeşinin yerini almıştı. Dinî lider olarak sürekli Irak’ta İngiliz yönetimine ve yerine geçen monarşiye karşı ayaklanmıştı. ZİBARİ ağalarıyla ve BRADOST Şeyh R. Loran’la olan sürekli çatışmalarının yanı sıra, rakipleri onu domuz eti yiyip şarap içerek münafıklaşmakla suçluyorlardı’’.

       II. Abdüsselâm’ın Musul’da idamından sonra, 18 yaşında, ailenin başına gelen Şeyh Ahmed Barzani, ZİBARİ Aşireti’nden Faris Ağa’nın kızıyla evlenerek bölgedeki gücünü sağlamlaştırmıştı. Osmanlı ordusunun Barzan’ı işgal etmesinden sonra, Şeyh Muhammed Barzani’nin üç büyük oğlu Ahmed, Babo ve Muhammed Sıddık Hakkâri’deki GUERDİ Aşireti’ne, küçük oğlu Molla Mustafa Barzani ise Şirvan’ın Bergiyef köyüne sığınmıştı. Bir süre kaçak olarak yaşayan Ahmed Barzani, bir Nakşibendî Şeyhi’nin de halifesi olmuştu. Hâlbuki 1919 BEHDİNAN İsyanına kadar ismi pek duyulmamıştı.

       Bölge, Birinci Dünya Savaşı sonucu İngiliz hâkimiyetine girince tüm Kürt ve Türkmen aşiretleri İngiliz Emperyalizmi’ne isyan eden Şeyh Mahmud Berzenci’nin etrafında toplanmışlardı. Sonra, Barzan ve ZİBAR aşiretleri de buraya katılmıştı. Kasım 1919-Mart 1920’de Barzan ve Zibar aşiretlerinin Nesturî ve Ermenilerden oluşan İngiliz Kuvvetlerine karşı savaştığı, hattâ Türklerden yardım istediği Bab-ı Âlî tarafından da öğrenilmişti.

       Berzenci İsyanı’nı destekleyen Şeyh Ahmed Barzani, birinin başında Molla Mustafa Barzani olmak üzere iki küçük birlik göndermişti. Ancak Süleymaniye’ye varmadan İngilizler, Şeyh Mahmud Berzenci’yi yaralı olarak yakalayarak isyanı bastırmışlardı. İngilizler Barzanilerin üzerine yürümüş, Barzan’a Asurîleri yerleştirmek istemiş, nedense İngilizler bu operasyondan ‘’bir süreliğine’’ vazgeçmişlerdi.

       Bu arada, İngilizlerle iyi diyalogu olan Türkiye’deki siyasî KÜRTÇÜLER de boş durmuyor, Seyyid Abdülkadir ve Şeyh Abdurrahman Şırnakî, Şeyh Ahmed Barzani’ye mektup yazarak ona Kürtlerin liderliğini teklif ediyorlardı. O ise, bu liderliği Şeyh Übeydullah’ın torunu Şeyh Abdülkadir’e ait olduğunu düşündüğünü, kardeşi Mustafa Barzani’yi MUŞ’A göndererek Seyyid Abdülkadir ve Şeyh Said ile temas kurduruyor, ama bu ilişki devam etmiyordu.

       1922’de İngilizler Barzan’a saldırırken, Ahmed Barzani ve ZİBARİ Aşireti lideri Faris Ağa, Barzan’ı terk ederek dağlara kaçmak zorunda kaldılar. 1922’de Barzanilerin ileri gelenlerinden biri ‘’ Biz Barzaniler Tanrı’ya ve insanın temiz olması gerektiğine inanıyoruz. Fakat Kur’an’ı anlamıyoruz. Kur’an okumuyoruz, Ramazan da oruç tutmuyoruz’’ diyordu. Molla Mustafa Barzani’nin yakın dostu İngiliz diplomat Edmonds’un kitabında anlattığına göre, Barzanilerin elinde, şeyhten-şeyhe gösterilen gizli ve gizemli bir kitap bulunmaktaydı. Kutschera, hâlâ Mesud Barzani’nin elinde bulunan kitaptan söz etmektedir’’. Şemdinlili Seyyid İslâm Geylânî’nin ‘’Dedeleri Molla Muhammed temiz adamdı. Namaz kılardı. Öbürleri eskiden beri böyledir. Namaz kılmazlar, kâfirdir onlar’’ derken; Barzani Aşireti mensupları da ‘’Bize kâfir diyorlar, dinsiz diyorlar, domuz eti yiyiyor diyorlar’’ dedikten sonra bunları reddediyorlardı.

       KÜRT ayrılıkçıların ERMENİ ayrılıkçılarla birlikte 1927’de kurduğu ‘’Hoybun’’ örgütü, özellikle ‘’silahlı isyanlar’’ çıkararak, bağımsızlık propagandası yapmaya çalışıyordu. Hoybun ve Ermeni Taşnak örgütü tek bir amaçta birleşmişti: Doğu ve Güneydoğu Anadolu’yu Türkiye’den ayırmak ve sonra da bölüşmek. Haço’nun Çaldıran, Cemilpaşaoğullarının Midyad ve Mazıdağı, Resul’ün Eruh isyanları ve Şeyh Barzani’nin Oramar baskını bu isyanlar arasında yer alıyordu. Hoybun’un örgütlediği en önemli isyan ise 1930 Ağrı isyanı idi. İsyancıların ele başlarından Kör Hüseyin Paşa, Türk güvenlik güçleri karşısında zor durumda kalınca, oğlunu Barzan’a göndererek Ahmed Barzani’den yardım istemiş, o da Molla Mustafa Barzani yönetiminde 500 kişiyi Oramar bölgesine göndererek, Türk ordusunun gücünü bölebilmek için yeni bir cephe açmıştı.

       16 Temmuz- 10 Ekim 1930 tarihlerinde ortaya çıkan Oramar İsyanı, Mustafa Barzani tarafından 2.000-3.500 metre arasında değişen yolsuz, sarp ve yalçın kayalarla aşılması güç bölgede, Şemdinli yakınındaki Oramar’ın basılması ile başlamıştı. Oramar hudut bölüğü âsîler tarafından kuşatılmışsa da bu kuşatma hava kuvvetlerimiz ve komşu hudut bölüklerinin yardımı ile kırılmış, İran’a doğru kaçan Barzaniler ve onların Oramar’daki işbirlikçilerinden oluşan âsîlere büyük kayıplar verdirilmişti. Hoybun örgütü bu isyanı da bir propaganda malzemesi olarak kullanmış, uydurma rakamlarla ‘’Olayda Türk birliklerinin 4.000 kayıp verdiğini, Türk hükümetinin 500 köyü yıkıp 12.000 kişiyi öldürdüğünü’’ ileri sürerek bunu Ermeniler aracılığı ile temas kurduğu Amerikan kamuoyuna da duyurmuştu.

       Türkiye’nin ardından bir yıl sonra Ahmed Barzani ile Irak’ı yöneten İngilizler arasında çatışma çıktı. Bu aşiret kavgası gerekçe gösterilerek Temmuz 1931’de çatışmalar başlamış, İngiliz belgelerine göre İngiliz uçakları, Şeyh Ahmed Barzani’ye ait 79 köyü bombalamış, 2382 evden 1365’ini yerle bir etmişti. Şeyh Ahmed Barzani, Kasım 1931’den Nisan 1932’ye kadar aralıklı, Nisan’dan Haziran’a kadar sürekli ve şiddetli olarak İngilizlerin saldırısına uğruyordu. Aralık 1931, Şubat 1932, Mart 1932, Nisan 1932 ve Haziran 1932’de tam beş kez Irak ve İngiliz güçlerince bombalanıyor, Barzaniler özellikle İngiliz uçaklarının bombalarını beyinlerinde hissediyorlardı.

       Sonunda, 21 Haziran 1932’de Şeyh Ahmed Barzani, 400 kadar adamıyla sınırı geçip Türk yetkililerine sığınacaktı. Çok ilginçtir ki, İngiliz kaynakları Kasım 1931’de onun ‘’Kendimi İngiliz uşaklarına teslim etmektense açık düşmanlarım olan Türklere teslim olmayı yüz kere yeğ tutarım’’ dediğini bildiriyordu. Şeyh Ahmed ve adamlarını; aşiretin diğer adamları izledi. 1.700 kişilik mülteci grubu Binbaşı Şükrü Kanatlı yönetimindeki Türk ordusu tarafından çok iyi karşılandı. İki yıl önce Oramar’da Türk ordusunu arkadan vuranlar, bu sefer misafirperverlik ve ‘’teslim olana’’ dokunmama geleneği ile karşılanmıştı. Bunu yıllar sonra Molla Mustafa Barzani de itiraf ediyordu: ‘’Biz Türkiye’de asılmayı bekliyorduk. O tarihlerde İngilizlerle Türkler ve Iraklılar iyi ilişkiler kurmuşlardı. İngilizlerin talebi üzerine Türkiye bizi asabilirdi. Ancak biz seve seve Türkiye’de ölüme gelmiştik. Fakat Türkiye’de beklediğimiz akıbet bizi karşılamadı. Nitekim orada iyi muamele gördük. Bizi birbirimizden ayırıyorlardı. Herhangi bir harekette bulunmamızdan endişe olunuyordu. Bunu seziyorduk. Bize iyi muamele ettiler.’’

       Türkiye, 1932 sonlarında Şeyh Ahmed, kardeşleri Muhammed Sadık, Molla Mustafa ve adamlarının Barzan’a dönmelerine izin verdi. Barzani ailesi 1934’de yeni Irak Hükümetine teslim oldu. Mart 1936’ya kadar Halil Hosevi ve Alu Bey önderliğinde Barzani Aşireti’nin Irak Hükümetine karşı isyanı devam etti. Barzaniler, Irak Hükümeti tarafından Hille’ye sürülmekten kurtulamadılar. Molla Mustafa Barzani, 1935’de Hille’den kaçarak Halil Hosevî’ye katıldı ve Revanduz’u ele geçirdi. 1936’da Barzaniler, yakalanan Molla Mustafa Barzani ile birlikte bu defa Süleymaniye’ye sürüldüler.

       Barzani yönetimi, Şeyh Ahmed’den Molla Mustafa Barzani’ye geçiyor, Abdullah Nehrî, Şeyh Said Pironî, Şeyh II. Abdüsselâm Barzani, Şeyh Rıza ve Ahmed Barzani’nin dini hareketlerinin aksine ırkçı bir bakışla Kürtlerin bağımsızlığı kavgasını başlatmıştı.

       Şeyh Ahmed Barzani’de boş durmayarak aşiret üzerinde nüfuz kazanmak için dini konumunu kullanıyordu. 1961’den 1969’a kadar Şeyh Ahmed Barzani, Irak rejimine bağlı, Irak rejiminden tatmin olarak, Barzan’da belki de gizli kitabın gereği olarak Peygamberliğini ilân etmiş, ancak ibadeti yasaklamıştı.

       ‘’Camiler kapansın Kur’an-ı Kerim okumak, namaz kılmak yasak, radyo dinlemek kâfir işidir. Bütün radyolar evlerden kalksın. Gök Tanrısı Allah, yer Tanrısı benim! Sizin manevi huzurunuzu ancak ben sağlarım. Gösterdiğim yoldan gidin. Benim için ağlayın. Emirlerim ilahî bir emirdir. Ben size emretmekle kutsal görevinizi yapmanız için ikazda bulunmuş oluyorum’’ diyordu.

       Domuz eti yenmesi ve şarap içilmesi için verdiği izin bazı aşiret mensuplarınca uygulanırken bir kesimin ise tepkisini çekiyordu. Ağustos 1967’de Molla Yahya ve yirmi adamı Şeyh Ahmed Barzani’nin baskısından huzursuz olarak Türkiye’ye sığınıyorlardı. O’ ise 1969 başlarında vefat ediyordu.

       O’nun oğlu Şeyh Muhammed Halid Barzani, 1975’den sonra İran’da Molla Mustafa Barzani’nin gölgesinde yaşadı. Humeyni Devriminden sonra İran’la iyi ilişkiler kurarak 1980 ortalarında ‘’KÜRT HİZBULLAHI’’ ile ortaya çıktı. Türkiye’deki kanlı terör örgütü Hizbullah ile de işbirliği içinde idi.

       Bu kadar uzun açıklamadan sonra, TARİHİ ÖĞRENMEK için, bundan sonra oturup, Molla Mustafa ve oğlu Mesud Barzani’nin İran’dan, Rusya’ya, Rusya’dan Amerika’ya, sonra da Irak’ın Kuzey’inden Türkiye’ye açılan ateşe bakmaya çalışacağım. Sizde biraz Nakşibendîlik-Halidilik nedir, nereden gelmiştir ona bakın. Köyleri BARZAN’A bile dedelerinin nereden nasıl geldiği bilinmeyen aşiret mensubu. O’nu karşılayan binlerce yıllık TÜRK geleneği süzgecinden geçerek kurulan TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN Başbakanı.

      Şunu özellikle unutmamalıyız ki, on bir yıldır, üzerine ölü toprağı serpilmiş toplumun, hiç değilse DÖRT AY BOYUNCA, Türkiye’nin nasıl parçalara bölündüğünü, her fırsatta bu iktidarca nasıl FİTNE, KIŞKIRTMA ve NİFAK tohumları ekildiği, yine TÜRK ve TÜRKİYE düşmanlarıyla B.O.P. ile başlayarak nasıl ittifak içinde olduğunun, herkesin birbirine sorması ve anlatması gerekir. Geçmişi bilinen peşmerge ile bir avuç PETROL uğruna nasıl işbirliği yapıldığı sizce de manidar değil mi?
        Başbakan, Vali, Kaymakam ise; ‘’ULAN’’  ‘’ŞEREFSİZ’’ ‘’GAVAD’’ ve BARZANÎ ‘nin TÜRK MİLLETİ için ne ifade ettiğini bir daha açıklasın. Devletler, her zaman herkesle görüşebilir. Ancak muhatabının kim olduğunu bilerek, muhatabı ile görüşerek.

      ‘’Şarkı görmez, garbı bilmez görgüden yok pâyesi,
        Bir kızarmaz yüz, yaşarmaz göz bütün sermâyesi’’ diyor, Mehmet Âkif.

  Zira öğrenmenin yaşı ve mevkii yok.

Kaynak    :  - Açık Kaynaklar
                    - Tarih ve Düşünce 2002

 

Kenan Mutlu Gürses


Kenan Mutlu Gürses © 2011 - 2024 Her hakkı saklıdır. Başa Dön