30 Mayıs 2019
Ermeni YALANLARININ 104 yıl önce değil, yüzyıllar öncesinden başladığını, TARİHİN şahitliğinde, anlamaya çalışalım… Öncelikle Yahudilerin, emperyalizmin parçası olan milletlerin, Hıristiyanlığa hangi pencereden bakmış olduklarına, bu noktaya hangi çelişkilerle, nasıl geldiklerine bakalım…
İnsanların dinî tercihlerini irdelemek için, dinin ne demek olduğunu ve tartışmasız dinler tarihini bilmemiz gerekiyor. Bu gereklilik, bilinen en eski toplumlardan itibaren dini inançtan yoksun bir toplum olmadığı gerçeği ile birlikte tarihin ilk zamanlarından beri din ile devlet arasında bir ilişkinin var olduğuna da bizi götürmektedir.
İslâmiyet’te din hâkim olma, itaat altına alma, hesaba çekme, ceza-mükâfat verme, boyun eğme, aczini anlama, teslim olma, ibadet etmedir. Kur’an-ı Kerim, hem ULÛHİYYET hem de UBUDİYYETİ ifade etmesiyle, iki taraf arasındaki münasebeti düzenleyen kanun, nizam ve yol olarak da tarif etmektedir.
Diğer dinlerin kutsallığında din kavramı, genel olarak; Allah’a ibadet, korku, haşyet, iman, Tanrı bilgisi, kanun, hüküm, emir, insanla Tanrı arasında gittikçe pekişen bağ, Allah’ın yolu, Tanrı’ya ve diğer insanlara karşı ödevlerini; Hıristiyan inançlarına uyma ve disiplini ni ifade ettiği şeklinde de açıklanmaktadır.
Zerdüştlük, Taoizm, Şintoizm, Shizm, Hinduizm, Budizm, Jainizm, Bahailik, Mecusilik, Sabiilik, Yahudilik, Hıristiyanlık ve de İslâm da; her dinî kültürün din kavramını ifade etmek üzere seçtiği kelimelere ait anlamların ortak noktasının yol, inanç, âdet, bağ, kulluk olduğu söylenebilir. Kısaca, insanın duyduğu manevi ve maddî değerleri elinde tutarak kaderini kontrol eden kudret (Tanrı inancı) olarak kabul edilmiştir.
Toplumsal bir varlık olarak insan, inandığı dinin emir ve yasaklarını, dininin tavsiye ettiği davranış biçimlerini, toplum içerisinde ortaya koymak istemiştir. Bu isteği, insanın toplumla ve devletle olan bütün bağına aksetmiş, bu da toplumda insanların çoğunluğunun inandığı din ile toplumu yöneten siyasal iktidarın ilişkilerini oluşturmuştur.
Meseleye Ermenilerin DİNÎ konularda da YALANA nasıl başvurduklarına, ERMENİLERİN YÜZLERCE YILLIK YALANLARINA açıklık getirmek için Yahudilik ve Hıristiyanlıktan başlamak isterim.
Yahudilik; ortak kutsal kitap kaynakları, seçilmişlik ve kurtuluş kavramları bakımından Hıristiyanlığa, tek Tanrı inancı, dinî hukuk, pratiğe yönelik vurgu ile vahiy inancı bakımından İslâm’a yakın durmakta olduğunu belirterek, Hıristiyanlık öncesi ile Roma dönemi ve sonrasındaki Yahudiliği anlayalım.
Vahiy sonrası yaşadıkları acılardan sonra, M.Ö. 332 de Büyük İskender’in Perslerin kontrolündeki Filistin topraklarını ele geçirmesi, Grek hâkimiyetinin başlaması, M.Ö. 322-164 yıl aralığında, Ptolemaios, Selevkos krallıklarınca yönetilmeleri, Mısır, Antakya ve Ege havzasında Grekçe konuşan Yahudilerin ortaya çıkması, Nin Sâmirî mâbedinin inşası, Helenleştirme politikasına karşı Makkabi liderliğinde silahlı direnişe başlanması, Haşmonay hanedanlığı yönetimi, daha sonra yarı bağımsız bir statüye kavuşması, M.Ö. 143-63’lerde yaşanan dönemlerdir.
Haşmonay zamanın da, Helenleştirme tersine çevrilerek, İdumiler ve İturilerin zorla Yahudileştirilmesi, Ferîsîlik, Sadûkîlik ve Essenîlik adıyla üç büyük Yahudi cemaatinin ortaya çıktığı devreye gelinmiştir.
Selevkos Krallığı ile Haşmonay’ın taht kavgaları ve Roma’nın M.Ö. 63 de Yahuda’yı ele geçirmesiyle krallığa son vermesi, Roma yönetimi tarafından Herod Yahuda’nın M.Ö. 40 da krallığa getirilmesi ve Yahuda’nın doğrudan Roma yönetimine M.Ö. 4 de bağlanması. Roma yönetiminin Yahudilerin dinî hayatlarına müdahalesi, M.S. 66 yılında bu gerginliğin üst seviye çıkması, kanlı isyanların başlaması ile baskı süreci devam etmiştir.
Adiabene Krallığının desteğine rağmen M.S. 70 de Kudüs’ün Romalılar tarafından kuşatılması ve mâbedi yıkması ile M.S. 73-74 de Yahudiler, tarih sahnesinden silinme noktasına gelmiştir. Yarım asır sonra tekrar isyana yeltenen (M.S. 115-117 Mısır cemaati) Yahudiler, Kudüs’ten çıkarılmış, M.S. 132-135 de bölgenin ismi FİLİSTİN (PALAESTİNA) olarak değiştirilmiştir.
III-VII. yüzyıllar Rabbani Yahudiliğin ortaya çıktığı devre olmuştur. Bu dönemde küçük bir Yahudi mezhebi şeklinde ortaya çıkan Hıristiyanlık, Roma İmparatorluğu’nun resmî dini ve Yahudiliğe rakip haline gelmiştir. IV. Yüzyılda Hıristiyan Roma yönetiminin baskısı altında yaşayan Yahudiler, V. Yüzyıldan itibaren cemaat olarak sinagog çevresinde yapılanmayla ancak varlıklarını sürdürebilmişlerdir.
Bu dönemde Filistin Yahudiliği gerilerken, Bâbil Yahudiliği yükselişe geçmiştir. Bu yükseliş, Arap yarımadasında başlayıp, Irak, Ön Asya, İBER Yarımadasına kadar uzanan Müslümanların kurduğu İslâm devletleri yönetimi altında, müsamaha ve fırsatlar ortamı içinde, İslâm Peygamberi, Dört Halife, Emevî ve Abbasî döneminde de devam etmiştir. Arap yarımadası, Vâdilkurâ, Hayber, Yemen, Suriye, Mısır, Filistin, Irak ve Endülüs gibi Müslümanların kontrolüne geçen coğrafyada, Yahudilerin dinî ve sosyokültürel açıdan teşkilatlanıp gelişmelerine imkân tanınmıştır.
Roma döneminde Kudüs’ten sürülen Yahudilerin, bölgenin Hz. Ömer tarafından fethiyle M.S. 637 de, daha sonra HAÇLILAR tarafından kıyıma uğramaları M.S. 1099 da, ardından, bu defa da Selâhaddin-i Eyyûbî’nin bölgeyi fethiyle bölgeye M.S. 1187 de yeniden dönebilmişlerdir. Yahudilerin Müslümanların yönetiminde yaşadıkları en parlak dönemlerin başında “YAHUDİ ALTIN ÇAĞI” denilen ENDÜLÜS Emevî döneminin yanı sıra, Bağdat merkezli Abbasî yönetiminin ilk, Mısır merkezli Fâtımî ve Osmanlı Devleti’nin yükseliş dönemi gelmektedir.
Konumuz dışına taşmamak için ara dönemleri bir yana bıraktığımızda, Yahudilerin Hıristiyan Bizans ve Avrupa yönetimleriyle ilişkileri, Müslüman-Yahudi münasebetlerine göre çalkantılı ve gerilimli olmuştur. Kilise babaları, İsa Mesih’in ölümünden sorumlu tuttukları Yahudileri “TANRI KATİLİ” konumunda değerlendirmişlerdir. Yahudilerin kaybettikleri kutsal toprakların, Hıristiyan Roma yönetimine geçmesi Hıristiyan-Yahudi gerilimini üst noktaya çıkarmıştır. Öyle ki Hıristiyan Roma yönetiminde tolerans görmelerine rağmen Pagan Roma yönetiminin geç döneminde (III. Yy) elde etmiş oldukları vatandaşlık haklarından yoksun bırakılmış, sosyal konum ve Hıristiyanlarla münasebetin yanı sıra dinî hayat noktasında da Bizans dönemi boyunca sürecek bir dizi kısıtlamaya mâruz kalmışlardır.
Hıristiyan hareketine etkilerinin bulunduğuna inanılan Yahudiler, bu hareketlerinin IX. Yüzyılda bastırılmasından sonra Hıristiyanlığa geçmeye zorlanmış, bir kısmı kaçarak, Yahudiliği benimsediği söylenen Türk Hazar Devletine sığınmışlardır.
Yahudilerin sığınma macerası, Ortaçağ Avrupa’sında da devam etmiştir. Avrupa, Yahudileri, din değiştirmeye zorlamış, görünüşte Hıristiyanlığa geçseler de, Yahudi kimliklerini sürdürmeleriyle KRİPTO-YAHUDİLİĞİN ortaya çıkmasına yol açılmıştır.
Osmanlı dönemi içinde yaşanan ve gösterilen hoşgörünün yanında, Sabetaycılık (dönmelik), Polonya da Rabbânîlik (İlim Merkezleri), Hasidîlik (Yisrael ben Eliezer) ve Jacob Frank hareketi, Sabatay Sevi’nin Müslüman oluşu, ölümü, Ya’kubîler, Karakaşlar ve Kapancıların ortaya çıkışı, Baruhya Russo öğretisi, Doğu Avrupa’da Frankizm’in başlaması gb, bütün bu gelişmelere rağmen 1648 Kmielnitzki katliamı ile Mesih beklentisi, yine Yahudilerin hüsranı ile sonuçlanmıştır.
Rabbani Yahudiliğin ön gördüğü dinî kuralcılık ve Tevrat çalışması yerine, dinî coşku ve dinî şahsiyet unsurlarına ağırlık vererek bireylerin günlük faaliyetlerine kutsiyet atfetmek suretiyle fakir ve eğitimsiz Yahudileri kucaklayan, popüler ve eşitlikçi bir anlayışı ortaya koymuştur. Bulundukları coğrafyalarda, yıllardır mâruz kaldıkları baskılara rağmen, yaşadıkları ülkelerde cemaatlerini oluşturmuş, Yahudi şeriatının rehberliği doğrultusunda temel dinî konularda ortak bakış açısında birleşmişlerdir.
Ancak, XVIII. yüzyıl aydınlanma düşüncesine paralel, yaşadıkları Hıristiyan toplumlara ENTEGRE etme ve modernleştirme amacı taşıyan Yahudi aydınlanma hareketi, XIX. asırda siyasal ve sosyal açıdan özgürleşme süreciyle, bulundukları ülkelerde, millî kimliklerinden taviz vererek eşit vatandaşlık elde etmeye başlamışlardır. Bu bozulma, Yahudiliğin dinî-etnik eksende radikalleşmesi, Ortodokslaşması ve sekülerleşmesiyle (Siyonizm) sonuçlanmıştır. Bu sonuç, antisemitizm (Yahudi düşmanlığı) na dönüşmüştür. Fransa’da (Dreyfus), Almanya’da (Nazi) yönetiminin İtalya ile birlikte uyguladıkları YAHUDİ SOYKIRIMI tarihin derinliklerinde değil, daha dün gibi (1933-1945) yıllarında gerçekleşmiş, yaşanılanlar, 1948 de İsrail devletinin kuruluşu ile sonuçlanmıştır.
İşte günümüzde, emperyalizmin göbeğine oturan, Hıristiyan dünyanın tarih boyunca aşağıladığı, ezdiği, yok etmeğe çalıştığı, menfaati doğrultusunda maşa olarak kullandığı, kullanmakta olduğu, kullanılarak, kendi inancından kopuk görünen, Hıristiyanlığın emperyalist vagonuna binen, bir elinde EVANJELİZM maşasını taşıyan ahde vefanın ne olduğundan habersiz bu günkü İsrail’dir, karşımızda olan.
Roma’nın Paganlığı ve Hıristiyanlığına dönecek olursak; Büyük çoğunluğun, Pagan dönem denildiğinde hep doğuya baktığını, batının yaşadığı Pagan dönemi ya hiç görmediğini veya görmemezlikten geldiğini, “İsa ölmüştür, Hıristiyanlık başlamıştır” ifadelerini, inanç dünyasının değerlendirmesine bırakalım.
Hz. İsa ile başlayıp İmparator Neron (M.S 54-68) ve M.S. 313 yılında Licinius ile 1. Konstantin’in yayınladıkları Milano Fermanı’na kadar geçen zaman zarfında Yahudilerin, Hıristiyanların, Roma idaresi tarafından sistematik, topyekûn bir baskı, takibat ve zulme uğradıkları yönünde genel bir tablo çizilmekte olduğunu, tartışmalı yönlerini tarihçilere ve teologlara bırakarak, aşağıda geleceğimiz noktaya kadar, yol almaya devam edelim.
Roma Paganizmini, çevre milletlere uyguladığı baskıyı, özellikle Hıristiyanlara yaptıklarını ayrıca inceleyelim. Bu incelemeyi yapacaklara özellikle Gaius Aurelius Valerius Diocletianus döneminden (20 Kasım 284 ile 1 Mayıs 305 ) başlanılmasının gerektiğini hatırlatmış olalım. M.S. 301’in bu zaman diliminde kaldığını dikkatten kaçırmayalım.
Hıristiyanların, Roma İmparatorluğu’nun baskı ve zulmüne maruz kaldıkları yönündeki inancın sadece ilk üç asırla sınırlı olmadığının, Romalı/Pagan Hıristiyan ya da Hak-Batıl şeklinde oluşturulan bu dikotomik (ikiden fazla değer) anlayışın iki bin yıl sonra Hıristiyanlar-Ötekiler/İsa düşmanları/şeytanlar ya da bazı durumlarda Hıristiyanlar-Müslümanlar şekline dönüştürülerek tarih boyunca yaşatıldığının altını çizelim.
Roma İmparatorluğu’nda göreve başladığı tarihte, Pagan olan, Flavius Valerius Aurelius Constantinus Augustus M.S. 27 Şubat 272 (Niş) – M.S. 22 Mayıs 337 (İzmit) döneminde, Hıristiyanlığa adım atılırken, Paganlık ve Hıristiyanlığın eşit duruma getirilmiş olduğunu gözden kaçırmayalım. Flavius I.Theodosius’un M.S. 11 Ocak 347 (İzmit) – M.S. 17 Ocak 395 (Milano), M.S. 379'dan 395'e kadar Roma İmparatorluğu yaptığını, İmparatorluğun doğu ve batı kısımlarını birleştirdiğini, Doğu ve Batı Roma'yı birlikte yönettiğini, ölümünden sonra imparatorluğun ebediyen ikiye ayrıldığını hatırlayalım. Zamanında Hıristiyanlığın imparatorluğun tek güçlü dini olduğunu, Pagan Roma’nın, Hıristiyanlaşan Roma’ya dönüştüğünün de unutulmaması gerektiğini hatırlamış olalım.
Flavius Valerius Aurelius Constantinus Augustus ve Flavius Galerius Valerius Licinianus Licinius, M.S. 263 (Moesia) – M.S. 325 (Selanik), bir araya gelerek M.S. 313 de “Kimsenin tapınma hakkından mahrum edilemeyeceği” şartını taşıyan “Milano Fermanı” nı ilan ettiklerini tekrar etmiş olalım. Bu fermanın ardından Flavius Valerius Aurelius Constantinus Augustus, M.S. 324 yılında imparatorluğun tek hâkimi olunca bazı kararlarını ve Hıristiyan Kilisesi temelinin atıldığı iddia edilen, İZNİK Konsili sürecini başlatmış olduğunu da dikkatten kaçırmayalım.
Bu Konsiller;
1. İznik Konsili (325)
1. Konstantinopolis Konsili (İstanbul) 381
1. Efes Konsili (431)
Kalkedon Konsili (Kadıköy) (451)
2. Konstantinopolis Konsili (İstanbul) (553)
3. Konstantinopolis Konsili (İstanbul) (680-681)
2. İznik Konsili (787)
4. Konstantinopolis Konsili (İstanbul) (869-870)
1. Latran Konsili (1123)
2. Latran Konsili (1139)
3. Latran Konsili (1179)
4. Latran Konsili (1215)
1. Lyon Konsili (1245)
2. Lyon Konsili (1274)
Viyana Konsili (1311-1312)
Konstans Konsili (1414-1418)
Bale-Ferrare Konsili (1431)
Florence Konsili (1442)
5. Latran Konsili (1512-1517)
Trente Konsili (1545-1563)
1. Vatikan Konsili (1869-1870)
2. Vatikan Konsili (1962-1965)
Yukarıda belirtilen ve sayısız diğer konsiller de yıllarca İsa’nın, Tanrısallığı, kurtarıcılığı, Tanrı ile aynı özden oluşu gb konular tartışılarak ilk önce Hıristiyanlık, Paganlıkla eşit düzeye, daha sonra imparatorluk dini kabul edilerek, İmparator da Tanrının yeryüzündeki tek temsilcisi ilan edilmiştir. Böylece dinî ve siyasi tek otorite olan imparator, Konstantinopolis’i (İSTANBUL) imparatorluğun başkenti yapmıştır.
Doğu Roma İmparatorluğu’nda Hıristiyanlıkla ilgili tartışmalar hiç bitmemiş, Flavius Valerius Aurelius Constantinus Augustus’un ölümünden sonra başa geçen, II. Constantinus (Flavius Claudius Constantinus) dönemi ve Flavius Claudius Iulianus (Julianus) ile (M.S. 330 – M.S. 363) Hıristiyanlığa ilgi duymayarak, İmparatorluğu tekrar Paganlaştırmıştır. (I. Theodosius) Flavius Theodosius M.S. 347-M.S. 395 döneminde, dini dönüşüm tamamlanmış ve Pagan tapınakları yıktırılmıştır. Yine bu dönemde Flavius Theodosius, 1. Konstantinopolis Konsilin de (İstanbul- M.S.381), Konstantinopolis Piskoposuna PATRİK, 389 yılında Roma Piskoposuna da PAPA unvanını vermiştir. Rus asıllı Sırp Bizantolog, Georgiy Aleksandroviç Ostrogorsky’nin “Roma devlet tarzı, Grek kültürü ve Hıristiyan inancı Bizans gelişmesinin ana kaynaklarındandır. Bu unsurlardan biri çıkartılırsa Bizans’ın varlığı düşünülemez” sözlerini hatırdan çıkarmayalım.
25 Temmuz 306 tarihinde, Gaius Flavius Valerius Aurelius Constantinus ile başlayarak, Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethi ile 29 Mayıs 1453 de XI. Konstantin Palaiologos Dragas’a kadar 106 imparatorun yönettiği Doğu Roma İmparatorluğu, özellikle dinî yönden çok çalkantılı olaylara sahne olmuştur. Bu çalkantı, farklı inançların hüküm sürdüğü, bazen TENGRİ inancına sahip milletlerin, buna Turani kökenli Hititler, Sümerler de dâhil olmak üzere, Roma’nın kurduğu, kurmak istediği hâkimiyetin karşılaştığı dirençlerle birlikte hep devam etmiş ve de devam etmekte olduğunu unutmayalım…
DEVAM EDECEK…
Kenan Mutlu Gürses